İslam’ın zıttı cehalettir. Bir toplumdaki İslami anlayış zayıflayınca, yerini cahili adetler alır. Bu cahili adetlerin en yaygınları açıklık-saçıklık, zina, içki ve katldir.
Son birkaç ay içerisinde Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşanan toplu cinayetler, cehaletin hortladığını, İslami bilincin ne kadar da zayıfladığını gösterir.
Meydana gelen cinayetlerin kaynağına baktığımızda, hepsinin maddi çıkar yüzünden meydana geldiğini görürüz. Cinayetin sebebi ya bir tarla, ya bir otlak, ya bir alacak ya da bir sulama sırası anlaşmazlığıdır. Olayların akabinde yaşananlar, gerçekten içler acısı. Özellikle de Doğu ve Güney Doğu illeri; Muş, Diyarbakır- Bismil ve en son Mardin.
Muş’ta yedi can alındı. Sebebi bir otlak anlaşmazlığıydı. Diyarbakır Bismil’de sekiz can alındı. Sebebi arazi anlaşmazlığıydı. Diyarbakır Ergani Yukarı Kuyulu Köyü’nde, iki can alındı. Sebebi iki milyar alacaktı. En son Mardin’de beş can alındı. Hem de öldürülenlerin ikisi kadın ve üçü çocuktu. Bu olay geçen sene bir arazi anlaşmazlığı yüzünden iki kişinin öldürülmesi nedeniyle öldürülen tarafın intikam alması yüzünden gerçekleşti.
Mardin’deki olayda kadın ve çocukların hedef alınması, bu işi yapanların ne kadar gaddarca bir anlayışa büründüğünü gösterir. Son dönemlerde artık kanı yerde bırakmama anlayışı çıkmış, karşı tarafın soyunu kurutmaya dönük intikamcı bir durum haline gelmiş. Eskiden kan davasından hedef olan kişi belliydi. O da uzak bir yere gönderiliyordu, onunla ilgili önlem alınıyordu. Ama şimdi ailenin bütün fertleri beşikteki çocuktan en yaşlısına, kadın, erkek ayrımı yapılmadan bir hedef alan duruma dönüşmüş. Tekrar bir saldırıdan korkulduğu için artık taziye bile kabul etmiyorlar.
Cehalet bu kadar koyumudur ki tüm sulh yolarını kapatıyor. Tek çare silah oluyor. Bu işe aracılık yapacak, tarafların anlaşmasını sağlayacak kimse yok mudur gerçekten? Üzerinde kavga edilen şey ne kadar değerli ki bazen altı, yedi veya sekiz kişi öldürülebiliyor. Kadın-çocuk taranabiliyor. Evler talan edilip yakılıyor. Yüzlerce insan can havliyle evinden kaçmak zorunda kalıyor.
Öldürmek, işi çözüyor mu? Hâlbuki yaşanan olaylara baktığımızda öldürülen taraftan çok öldürenler zarar görüyor. Bir taraf can kaybı verirken, diğer taraf senelerce emek sarf ederek biriktirdiği her neyi varsa on dakika içinde kaybediyor. Üzerinde taşıyabileceği bir şeyi kaçırabildiyse ne ala, gerisi yıkılıp yakılıyor. Diğer bir tabirle talan ediliyor.
Öldüren tarafın çilesi varını yoğunu kaçırmakla da bitmiyor. Gittikleri yerde evsiz-barksız, bazen bir bodrumda, bazen bir harabede, bazen de bir çadırda ancak barınabiliyorlar. Her an öldürülme korkusu içerisinde, varlık sahibi iken yokluk içerisinde yardıma muhtaç hale düşüyorlar. Üzerine kavga edilen bağ, bahçe, tarla, arazi her neyse geride bırakılıp uzak beldelerin yolu tutuyorlar.
Çocuklar okulsuz kalıyor, erkekler tarlaya gidemiyor, kadınlar çeşmeden su almaya giderken tedirgin oluyor. “Acaba nereden bir kurşun gelip beni vuracak” diye korku içerisinde yaşıyorlar.
Peki, bütün bunlar meydana gelmeden bir çare düşünülemez miydi? Tamam devlet meseleyi çözmüyor. Güvenliği sağlamıyor. Daha evvel meseleleri çözen âlimlerimiz, Seydalarımız vardı. Büyüklerin, ulemanın, kanaat önderlerinin sözü çok dinleniyordu ve bu tür olaylar yaşanmıyordu. Emin olun şu anda da âlimlerimiz, Seydalarımız, kanaat önderlerimiz var. Hatta bunlar daha teşkilatlı bir şekilde dernekler, vakıflar ve cemiyetler halinde var. Öncelikle sulh yoluna başvurulması ve bu cemiyetlerimizin kapısının çalınması gerekir.
Peygamberimiz (s.a.v)’in veda hutbesinde buyurduğu gibi: “Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır. Ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in torunu Iyas bin Rabia’nin kan davasıdır.” Biz de tüm kan davaları ve cahili adetleri ayaklarımızın altına alıyoruz.
Cehaletten uzak bütünüyle İslami adetlerle donanmış İslami bir toplum temennisiyle Allah’a emanet olun.