Perde arkasında görmediklerimiz ve çoğu zaman algılayamadığımız hakikatler, aslında birçok düşünceyi değiştirebilecek özelliktedir. Fakat insanoğlu acelecidir ve işin sadece görünen kısımlarına odaklanır. Bu yüzdendir ki olaylara yanlış pencereden bakarak doğru analizler yapamaz.
Uhud Savaşı’nı doğru anlayabilmek ve ders çıkarmak için, işin iç yüzünü görmek gerekir. Ayetler buna defalarca vurgu yapar. Günlük hayatta da böyledir. Başımıza gelen bir musibet, çoğu zaman bizim lehimize işler ve o musibet için hamd ederiz. İnsanın tüm nefsi hastalıklarını, bozuk niyetlerini bir çırpıda silip süpüren musibetlere şükredilmez mi? Tabi bunun idrakinde olacak basirete sahip olmak gerekir. Bu özellik sadece Müslümanda vardır.
Konuyu “sayı azlığı” meselesine bağlayacağım. İnsanın fıtratında çokluğa güven vardır, bu az da olsa sahabe efendilerimizde de görünmüştür, biliyorsunuz. Fakat sağlıklı düşünürsek ve Kur’an’i ikazları özümseyerek okursak hakikaten sayıca az olduğumuz, buna rağmen güçlü ve galibiyet sahibi olduğumuz ortaya çıkacaktır.
Sayı çokluğu ve yığınlar fayda getirseydi, şu an yeryüzünde yaşayan iki milyara yakın Müslüman dünyanın hâkimiyetini ellerine alabilirlerdi. Resulullah’ın davete kaç kişiyle başladığını düşünelim. Daha sonra bu şahsiyetlerin neler başardığına bir bakalım. Sayıları çok azdı fakat “kaliteli” idiler.
Varsın Allah rızası için açılan partimiz az oy alsın. Varsın derneğimize üç- beş kişi katılsın. Varsın bizim ardımızda milyonlarca değil, onlarca kişi bulunsun. Bu bizim davamıza olan bağlılığımızdan ne eksiltir?
Ve biz bilmiyor muyuz ki bu yol haktır, gerçektir… Bu yola canını veren bir tek şahsiyeti dahi aramızda barındırıyorsak, özgürlüğünü Allah için dünyaya satan şahsiyetler varsa, biz kazandık demektir. Adımıza hem “Hür” hem de “Hüda’nın Partisi” dediysek ve tarafımızı iftiharla, göğsümüzü gere gere ortaya serersek vallahi bizden güçlüsü yoktur ve biz hiçbir zaman yenilmeyiz.
Ümidimizi bağladığımız yegâne mercii Allah olmalıdır. Biz eğer bu bilinçte olursak aşamayacağımız engeller yoktur. Fakat dönüp dolaşıp “falanın sayesinde biz özgürüz, rahatız, hizmetimizi alenen yapıyoruz, o olmasaydı bizi asarlardı, zindanlara doldururlardı vs.” dersek ve ümidimizi bir beşere ve ya beşeri bir oluşuma bağlarsak, en baştan teslimiyet ve yenilgi bayrağını çekmiş oluruz. Onun için biz yalnız Hüda’nın taraftarlarıyız, ümidimiz de O’ndandır.
Tevhidi bir şuura her dem sahip olmak bize kazançtan başka bir şey getirmez. Bu dünyada görmediysek de ahirette göreceğiz inşaallah.
“Oy almadık, katılım az oldu, sohbetimize çok az kişi geldi…”Eeee? Oturalım mı? Peygamber oturmuş mu? Sahabe pes etmiş mi? Âlimler kalabalık yüzünden mi darağaçlarında asıldı? Üstad’ın yanında kaç kişi vardı? Şeyh Said’e hainlik eden akrabası değil miydi?
Peki ya Filistin’in şanlı direnişi HAMAS, kaç kişiyle bu yola başladı da şimdi seçimleri galibiyetle kazandı? Ya İhvan? “Evet, bu yol uzun olabilir fakat bundan başka bir yol da yoktur. Erlik, bu yolda sabretmekle, azimli ve ciddi olmakla ve durmadan çalışmakla belli olur.” (Ş. Hasan El Benna)
Biz böyle düşünüyoruz ama perde arkasında kim bilir hangi hakikatler yer alıyor? Bunu zamanla göreceğiz inşaallah… Hz. Ali (ra.) diyor ki : “Batıl ancak hak ve hakikatin gaflette olduğu bir anda dirilebilir.” Biz de hak ve hakikati gaflette bırakmamak için çırpınacağız ki batıl kendine sığınacak bir yer bulamasın. Bir daha, bir daha tekrar edelim: Gayret bizden, başarı Allah’tandır.
Umudumuzu
yitirmemek duasıyla…
“Din garip geldi, garip gidecek. Ne mutlu o gariplere!”