HÜSEYİN KAYA / DOĞRUHABER
HDP eş Genel başkanı Selahattin Demirtaş'tan söz ediyorum.
Seçimler bitti biteli doğru dürüst zaferin tadını bile çıkaramadı.
“Koalisyona girmeyiz” dedi birinden fırça yedi, “Koalisyona açığız” dedi başka birinden fırça yedi.
Kimileri keskin bir dil kullandığını söyleyip onu suçlarken, Kandil'den ise onu “pasif”likle suçlayan açıklamalar geldi.
Öcalan üzerinden yürüttüğü politikalarda çöküş yaşayan ve bundan dolayı dili saldırgan bir hal alan Yalçın Akdoğan, “Öcalan olsa bunları sopayla kovalar” diyerek tepkisini dile getirdi ve Demirtaş'ı kastetti.
Selahattin, her fırçadan sonra birkaç gün ortalıkta gözükmedi; ama yeni açıklamasında yine bir yerlerin “ayar çekmesinden” kurtulamadı. “Her şeyi unutup birkaç gün dinleneyim” diyerek tatile gitti; ama Pkk, silahlı çatışmayı başlatarak, istihbarat da tatil resimlerini servis ederek tatil keyfini burnundan getirdiler.
Demirtaş'ın Financial Times gazetesine yaptığı açıklamalar ise gündeme farklı bir şekilde düştü. Gazetenin haberinden bir bölümü alıyoruz:
“Düşmanlıklar derinleşir, her gün yeni saldırılar ve karşı saldırılar olurken HDP'nin yıpranmaktan kaçınması daha da zorlaşacak.
HDP milletvekilleri 2012'den bu yana hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'a mesaj götürüp getirdiler ve bu da partinin PKK'nın siyasi sözcüsü olduğu suçlamalarını beraberinde getirdi.
Ama Demirtaş bunu reddediyor ve Doğubeyazıt'taki intihar saldırısı da dahil olmak üzere PKK'nın misilleme taktiklerini ‘kirli' diye tanımlıyor.”
Demirtaş ‘”PKK'ya Türkiye'ye karşı savaşı durdurmasını çağrısı yaptık. Bu çağrıyı her gün tekrarlıyorum. İki taraf da ellerini tetikten çekmeli ve silahlar susmalı” diyor.”
Hemen açıklama ve yalanlama geldi ve “kirli” diye tanımlananın Pkk eylemleri değil de suikastler olduğu belirtildi; ama bir kez haber yayılmıştı.
Pkk'den okkalı bir fırça yiyeceği kesindi eş Genel Başkanın.
Şimdi başlığı neden bu şekilde attığımı sanırım anlamışsınızdır.
Adamın işi zor.
Her yaptığı birilerince farklı yorumlanıyor.
Yani tam da Nasreddin Hoca'nın durumuna düşmüş.
Fıkramız şöyle:
“Nasrettin hoca çarşıya gitmek için oğlunu yanına alır, eşeğine biner ve yola çıkar.
Yanından geçen köylüler başlar mırıldanmaya...
“Koca adam utanmadan küçücük çocuğu yürütüp kendi eşeğe biniyor” diye...
Hoca rahatsız olur. Eşekten iner ve oğlunu bindirir.
Ama yine eleştiri yine beğenmezlik...
“Koca adam yürüyor. Bacak kadar çocuk eşeğe biniyor.” şeklinde devam eder.
Hoca, oğlunu da indirir ve eşeği boş haliyle sürer. Bu kez; “Bakın şunlara. Merkep boş gidiyor. İkisi de yürüyor” eleştirisini alır.
Hoca bunalmıştır. “Eşeğe bu kez oğluyla beraber biner. Beğenmezlik devam eder. “Yazık değil mi eşeğe... İki kişi sırtında” tepkisi gelir.
Hoca artık dayanamaz. Eşeği yere yatırır. Ayaklarını bağlar. Bir odun geçirir ve oğluyla sırtlar. Eşek hocanın ve oğlunun omuzlarında çarşıya girerler. Herkes şokta. “Ya bu ne hal hoca?” derler.”
Demirtaş'ınki de o hesap; ama bu sefer iş biraz daha ciddi. Toplantılarını iptal edip Brüksel'e gitti alelacele. Orada KCK'nin üst düzey yöneticileriyle (Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar) görüşecekmiş. Özeleştirisini verir mi, bilemem; ama dönüşte kullanacağı dile dikkat edin derim.
BARIŞIN AYDINLARI
Kendine “aydın” sıfatını yakıştıran bir grup HDPkk muhibbi, “çatışmasızlık” ortamının bitmesinden dolayı kaygılanmış ve bir bildiri yayınlamışlar. Aralarında Ertuğrul Günay, Murat Belge, Mehmet Altan, Baskın Oran, Oya Baydar, Aydın Engin gibi isimlerin de bulunduğu 30 kişi tarafından imzalanan ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tatil yapmak yerine Ankara'da toplanarak barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya” çağıran bildiriye farklı tepkiler söz konusu oldu.
Bildirinin dili, imza atanların ortak noktalarından birinin de Ak Parti düşmanlığı olduğunu ortaya koyuyor:
“Hiçbir demokratik ülkede, savaşa girmek ya da savaşı sonlandırmak, bir örgütle silahlı mücadeleyi sona erdirmek ya da yeniden başlatmak, bir hükumetin ya da kişinin siyasal gelecek hesaplarını temel alamaz. Çünkü bu konular kişileri de, partileri de, siyasal hesap ve beklentileri de aşan, milletin tümünü ilgilendiren ‘milli ve hayati' konulardır.”
Pkk'nin tutumu, suikastları, iş makinası yakmaları, tehditleri “normal ve rutin” bir şey gibi görünüyor bu kendilerine “aydın” diyen gruba. Hükümetin “geçici” olduğunu özenle vurgulayan, hükümeti gerginlik dilinden vazgeçmeye çağıran grup Pkk'yi ise “içtenlikle çaba göstermeye” davet ediyor.
“O nedenle, biz aşağıda imzası bulunan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, Geçici Hükümeti ve dayandığı siyasal iktidarı, savaş, çatışma ve on yıllardır bedelini ödediğimiz gerginlik dilinden vazgeçmeye; bütün siyasal taraf ve güçleri de masum yurttaşlarımızın büyük acılar yaşadığı çatışma ortamına son vermek ve şiddeti durdurmak için hukuk, vicdan ve sağduyu çerçevesinde içtenlikle çaba göstermeye davet ediyoruz.”
Haliyle çok sayıda tepki gösteren oldu bu bildiriye.
Tepki gösterenlerin içinde özellikle Etyen Mahçupyan'ın söyledikleri ilginçti. Mahçupyan, ilk defa hükümetin elinin güçlü olduğu bir süreçte verilen tepkiyi “yapısal bir aptallık” ve “ideolojik ahmaklık” gibi ilginç sözlerle anlatıyor.
“İdeolojinin psikolojiye hapsolmasının ve yapısal bir aptallığa dönüşmesinin tezahürlerinden biriyle karşı karşıyayız. Bildirinin altında kendi dar çevrelerinde saygın aydınların yer alması da kimseyi şaşırtmamalı. Gerçeklik karşısında yenik düşenlerin zihni kendini tekrarlamaya başladığında ideolojik ahmaklığın sürükleyiciliği de kaçınılmaz oluyor.”
Mahçupyan'ın “derin psikolojik” analizlerini bir tarafa bırakıp “barışın aydınlarına” bizim de söyleyecek birkaç sözümüz olduğunu belirtelim.
Bu baylar-bayanların sesi neden sadece Pkk zor duruma düştüğünde çıkıyor?
6-8 Ekim vahşetinde neden bu aydınlar çıkıp bir bildiriyle vahşeti kınamadılar mesela? Bu coğrafyanın şahit olmadığı bir vahşet örneği sergilenmiş ve iyilik seferine çıkan eli öpülesi gençler, –Altan Tan'ın itirafıyla- HDP MYK'sının aldığı halkı sokağa çağırma kararı sonrasında vahşice katledildiler. Vahşetin tarafı belliydi; ama bir bildiri yayınlamadı “barışın aydınları.”
Aylarca protesto eylemi yaptı, çocukları dağa götürülen anneler. Yağmurda, sıcakta beklediler, ağladılar ve insani taleplerini dile getirdiler. Bazen hakarete uğradılar, küçük çaplı saldırılara ve büyük çaplı tehditlere… Pkk'ye “senin yaptığın bu şey insanlık dışıdır” diye tepki koyacak “barışın aydınları”nı yine kimse görmedi ortalıkta.
“Çatışmasızlık” devam ederken yakılan, bombalanan yüzlerce dernek gerçeği orta yerdeyken, sosyal ve siyasal faaliyetlerin yapılmasına imkân vermeyen, tek tipçi faşist zihniyetin gölgesi orta yerdeyken yine “barış aydınları”nın sesi çıkmadı.
Pkk'nin şehir yapılanması eski defterleri açıp siyasi infazlar gerçekleştirirken, örgütün talimatlarına uymayanlar ağır para cezalarına çarptırılırken de buna tepki gösterenlerin yayınladığı bir bildiri duymadık.
Bu “aydınların” sesi sadece Pkk zor durumdayken çıkıyormuş demek ki.
Barıştan anladıkları ise Pkk'nin barıştan anladığı ile aynı şey.
Koalisyon turları
Seçimler sonuçlandığında hayal kırıklığı ve zafer şarkıları birbirine karışıyor, Erdoğan'ın “Yeni Türkiye”sinden sonra daha yeni bir Türkiye hayali ile coşanların analizlerinin sonu gelmiyordu.
Ak Parti tarafında yoğun bir çöküş psikolojisi hakimdi. Suçu birilerine yıkma çabaları ve karşı taraflara selam çakmalar gemiyi terk etme hazırlığında olanları hemen ele verdi. Sonra seçenekler azaldı ve sıkıntılı bir tablo çıktı ortaya.
HDP-MHP-CHP koalisyonu ihtimali daha ilk günlerde Devlet Bahçeli'nin net tavrından dolayı seçenekler arasından çıktı. HDP'nin bütün siyasetini Ak parti düşmanlığı üzerine kurmuş olması o seçeneği de bitirdi.
Geriye Ak Parti-CHP koalisyonu ihtimali kaldı.
Görüşmeler sürüyor ve liberaller ile büyük sermaye çok istemesine rağmen bundan da bir sonuç çıkmayacak gibi.
Neden mi?
-Erdoğan CHP ile koalisyon istemiyor.
-CHP eğitimde eskiye dönülmesini istiyor ki, bu Ak Parti için kendini inkâr etmesi demektir.
-Dış politikada keskin Esad karşıtı olan bir ekip ile keskin Esad taraftarı olan bir ekibin uzlaşması zordur.
-Ekonomi yönetimini alacak olan CHP, vaatlerinden dolayı sıkıntılar yaşayacak ve bütçe dengelerini alt üst edecek; bu da hemen piyasada kendini gösterecektir.
-Adalet Bakanlığı konusu “Paralelle mücadele”den dolayı Ak Partinin en önemli kırmızı çizisidir. CHP'nin de bu önemli güçten vazgeçmesi ihtimal dahilinde değildir.
-Seçimde HDP ile anormal bir ittifak gerçekleştiren CHP'nin, Pkk saldırıları karşısında nasıl bir tavır takınacağı da belirsizliğini korumaktadır.
Gördüğünüz gibi koalisyon oldukça zor görünüyor. Ama her zor şey de imkânsız demek değildir. Birileri bazı önceliklerinden vazgeçer ve “ülkenin âli menfaatleri” için “Baldıran zehiri” içmeye karar verirse zorluklar aşılabilir.
Doğan grubu özüne mi dönüyor?
7 Haziran seçimleri öncesi en keskin hükümet karşıtı yayınlar Doğan grubu gazete ve televizyonlarında yapıldı. Özellikle HDP'lilerin parlatılması, sempatik gösterilmesi için haddinden fazla yayınlar yaptılar.
Mesele ne HDP'nin “Türkiyelileşmesi” ne de Doğan grubunun ideolojik anlamda bir eksen kayması yaşamasıydı. Öyle ya Hürriyet'in logosunun altında halen daha “Türkiye Türklerindir” yazısı yazılmaya devam ediliyordu. Sanatçı Ahmet Kaya, Kürtçe bir albüm çıkaracağını söylediğinde atılan “Vay şerefsiz!” manşetini kim unutabilirdi? Bundan dolayı halen daha bir özür dileme olayı bile yaşanmamıştı.
Doğan grubunun derdi hükümete istediklerini yaptıramaması hatta yer yer mali meselelerde hükümetten darbe yemesiydi.
Suruç olayı ve ardından gelen Ceylanpınar suikastları devlet politikasının değişmeye başladığını ortaya koyunca Doğan grubunda da bir hareketlenme yaşandı.
Fanatik HDP'li ve uluslararası istihbaratın hesabına çalıştığı iddia edilen kimi programcıları çizgilerini şimdilik değiştirmeseler de genel anlamda bir değişikliğin işaretleri gözükmeye başladı.
Ahmet Hakan ve Ertuğrul Özkök, Pkk aleyhine ve Demirtaş'ı eleştiren yazılar kaleme aldılar. Haber programlarında düşük yoğunluklu da olsa Pkk için “terörist” ifadesi kullanılmaya başlandı.
Ve son olarak Yalçın Doğan'ın yazılarına son verildi.
Ulusalcılar hemen umutlanmasın Doğan grubunun özüne dönme ihtimali şimdilik yok; ama üslubunda bir değişikliğin olduğu kesin.
Acaba, diyorum, “asıl devlet” yeniden kendini hissettirip işin ciddiyetini mi anlattı?
Yoksa meselenin Amerikan-Türkiye anlaşmasıyla bir alakası mı var?
Olabilir mi?