Özgürlük ve demokrasiden söz eden batının söz konusu “İslami uyanış” olduğunda nasıl söylem ve eylemlerinin değiştiğini son dönemlerde net olarak gördük/görüyoruz. Cuntacılara, monarşilere, “belirlenmiş politikalara” uymaları karşılığında her türlü destek verilmektedir. İnfazlar gerçekleştirilmekte, hukuk yerlerde sürünmekte; ama batının desteği devam etmektedir.
Asaf Hüseyin, İslami uyanışın önüne geçilebilmesi için en fazla başvurulan yolun devşirilmiş tiplerden oluşan ve yine batının desteğiyle yönetimi elinde bulunduranların insanlık dışı uygulamaları olduğunu ifade eder. “Yalnızca zengin ve fakir arasında ekonomik bir uçurum değil, aynı zamanda yöneticiler ve yönetilenler arasında dinî bir uçurumun olduğunu çok iyi bilen yönetici elitlerin hüküm sürdüğü bu ülkelerde devlet baskısı ve terörü had safhaya ulaşmıştır.” (İslami Uyanış Fikri, Asaf Hüseyin)
Son on yılın gelişmelerinden dolayı değerlendirme ve hesaplar artık yönetici elitler üzerinden değil, halklar üzerinden yapılmaktadır. İslam dünyasında uyanış ve dirilişin önüne geçebilmek için farklılıkların kaşınması ve aradaki mesafelerin açılması için çaba harcayan uzmanlar vardır artık. Bizi tanımlıyor, sınırlıyor ve bu şekilde karşı karşıya getirebiliyorlar.
Tanımlayanların dünyasında bir obje olmayı reddetmek gerekir. Ama reddetmenin asi dünyasında fazla takılmadan çözüm ve argümanları ortaya yere koyabilmek önemli.
Asaf Hüseyin, önemli bir noktaya temas ediyor:
“Esas itibariyle, İslam ümmetini yeniden ihya etmenin temel şartı, İslami kavramları yeniden tanımlamaktır. Bununla gerçekten öze dönücü, esaslı bir yeniden tanımlamayı kastediyorum.” (İslami uyanış fikri)
Asaf Hüseyin, savrulmalarla sonuçlanacak, sadece bazılarının egolarını tatmin amacı taşıyan yeniliklerden değil, “temel”in üzerindeki “yeni bir inşa”dan söz ediyor. Batı'nın tanımladığı ve inşa ettiği bir yapının içinde ne kendimizi ne de bizi engellemeyi vazife edinmişleri hakkıyla tanımamıza imkan yoktur.
Londra doğumlu bir Amerikan Yahudisi olan Bernard Lewis, “Yanlış giden ne oldu?” adlı eserinin satır aralarında hilekarlığına maskeler taksa da neticede ayağı yere basan, somut ve mantıklı bir çözüm önerisinde bulunuyor:
“Eğer Ortadoğu halkları bugün izledikleri yolda gitmeyi sürdürürlerse, intihar bombacısı tüm bölgenin simgesi olabilecek, baş aşağı giden kin ve nefret, öfke ve kendine acıma, yoksulluk ve baskı eninde sonunda bir yabancı hakimiyetiyle sonuçlanacaktır; bu yabancı güç belki eski yollara dönen yeni Avrupa, belki yeniden güçlenen Rusya, belki Doğu'da gelişen yeni bir süper güç olacaktır. Eğer Ortadoğu ve İslam dünyası sızlanmayı bırakır ve kurban psikolojisini sürdürmeyi terk ederse, farklılıklarını çözüme kavuşturursa, yetenek, enerji ve çabalarını ortak bir yaratıcı çabada birleştirirse, bir kez daha ortaçağda ve antikitede olduğu gibi ana uygarlık merkezi olabilir. Bir yerde tercih kendilerinindir.”
Bernard Lewis, devamında önümüze model olarak Kemalizm'i koyarak “Batı standartları” içerisinde bir güçlenmeyi hedef olarak koyuyor ve bununla bize iyilik ettiğini iddia ediyor. Oysa Kemalizm, Batının “yabancı” kaldığı için işgallerle başaramadığını “yerel” bir formda, baskı ve idamlarla gerçekleştirmesinden başka bir şey değildi.
Lewis'in niyeti başka bir şey olsa da aslında son derece doğru bir tespitte bulunuyor. Altı yazılı cümleyi bir daha okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.
Cümleyi anlamak istediğimiz gibi açalım:
İslam Dünyası yeniden ana uygarlık merkezi olabilir.
Bunun için;
-Sızlanmayı bırakmalı,
-Kurban psikolojisini terk etmeli,
-Farklılıklarını çatışma sebebi değil zenginlik olarak görmeli,
-Yetenek, enerji ve çabalarını ortak bir hedefte birleştirmeli.
Bu dört maddeye sanırım kimse itiraz etmez.
Bediüzzaman'ın sözleriyle yazımızı tamamlayalım:
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.” (Divan-ı Harbi Örfi)