İnsanlık yolunu şaşırmış, izzetten uzaklaşmış zifiri karanlıklar içindeydi. Âdemoğulları hayatlarından memnun değillerdi, küfür ve şirk bataklığının kenarındaydılar. Taştan, topraktan, helvadan yapılmış heykellerden medet umar hale gelmişlerdi. Toplumda saygı, sevgi, hoşgörü yok denecek kadar azdı. İnsanların birbirlerine güven ve itimadı kalmamıştı. Zulüm, şirk, isyan, işlenen günahlar, gayri İslami ve gayri insani yaşam had safhadaydı. Ailelerde söz sahibi erkekti, kadına değer verilmezdi. Çocukları kız doğan babalar, toplumda ayıplandığı için kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar insanlıktan çıkmışlardı.
İşte böyle bir zulümat çağında Mekke'de Amine'nin evinden bir güneş doğdu; doğan güneş etrafa nur saçtı, yeryüzünü bir meşale gibi aydınlattı. Cehalet ve batıl inançların türediği, insani değerlerin köreldiği; ahlak, maneviyat, medeniyet, kültür, hak, hukuk, adalet, eşitlik kavramlarının ilkelleştiği; yağma, talan, cinayet, zina, kumar, içki, haksız kazanç ve pek çok kötülüğün yaygın olduğu bir dönemde Muhammed Mustafa yeryüzüne teşrif etti. Bu kutlu gelişle varlıklar neşv-ü nema buldu, ağaçlar, taşlar, dağlar selam durdu ve her yerden “Hoş geldin Ya Muhammed” nidaları duyuldu. Bu gelişle ezilmişler, güçsüz bırakılmışlar sevince gark oldu. Mazlumlar aziz, köleler azat oldu. Kalpler iman, gönüller Muhammedi aşk ile tanıştı.
Doğan güneş nebevi mesajla bütünleşince yeryüzünde insani değerler yeşermeye başladı. Batıl inanç ve düşünceler yerini tevhid anlayışına bıraktı. Zulüm ve haksızlıklar son buldu, insanlar adaletin yeryüzünde hâkim olduğu örnek bir döneme şahitlik etti. Toplum arasında güven arttı, kardeşlik temelleri yeniden inşa edildi. Garipler felaha erdi; yürekleri sevinçle doldu. Artan maneviyat ve toplumda benimsenen İslami yaşam, imanlı ve ihlâslı nesillerin; Ali ve Ammarların, Talha ve Habbabların, Muaz ve Musabların, Safiye ve Sümeyraların yetişmesine vesile oldu.
İman ehli nesiller yetişip Kutlu Nebi'nin önderliğinde küfre karşı onurlu bir mücadele verince İslam medeniyeti inşa edildi. Müslümanlar İslam'ı eksiksiz ve kusursuz yaşadı. Aralarında uhuvvet bağları çok kuvvetli bir hal aldı. Oluşan uhuvvet, davanın önünde bulunan tüm engelleri kaldırıp yeni yeni imkânlar oluşturdu. Aziz Peygamber'in öncülüğünde sürdürülen hayat, her açıdan tarih boyunca tüm insanlık ailesi için örnek oldu. Ve tarih o dönemi, Asrı- Saadet dönemi diye kayıtlara geçti.
İnsanlık, Kutlu Nebi'nin yolundan yürüdükçe özünü kaybetmedi. Ne zaman ki Kutlu Nebi'nin yolundan ve mesajlarından uzaklaşıldı, işte o zaman yeryüzünde anarşi ve huzursuzluk arttı ve insanlık özünü kaybetti. İnsanlık özünü kaybedince zulüm ve haksızlıklar çoğaldı, adaletsiz uygulamalarda ciddi artış yaşandı. Ne yazık ki yaşananlardan İslam âlemi de etkilendi. Kalplerine dünya sevgisi yerleşen Müslümanlar Kur'an ve sünnetten uzaklaştı, birlik ve beraberliklerini kaybetti, aralarında fitne ve tefrika yaşandı. Bunu fırsat bilenler, Müslüman âlemini güçsüz düşürmek için her yola başvurdu. Sinsi projelerle nesli ifsat etti. Ne acı ki Müslümanların dünyevileşme yarışına girmesi neticesinde mücadele ruhunu kaybetmiş olması, İslam düşmanlarının amacına erişmesine olanak sağladı.
Savaş, çatışma, anarşi, huzursuzluk ve güvensizliğin yaşandığı günümüz dünyasında sahil-i selamete ulaşmak, huzura erişmek ve imanın lezzetini yeniden tatmak için Kutlu Nebi'nin gerçek manada anlaşılmasına ve getirmiş olduğu nebevi mesaja ihtiyaç duyulmaktadır. Kur'an'a kulak verilmedikçe, ilahi kelam hayat nizamı yapılmadıkça ve aziz önderin yoluna dönülmedikçe ve hayat bahşeden prensipleri rehber edinilmedikçe sıkıntı, sarsıntı ve buhranlardan kurtulmak mümkün değildir. O halde hiç vakit kaybetmeden yapılması gereken Kutlu Nebi'yi sahabeler gibi sevmek, anlamak, getirmiş olduğu nebevi mesaja uymak, ahlak, adalet, uhuvvet ve vahdet anlayışını tam manasıyla hayatta uygulamaktır.