Bu soru, kayyum atanan il ve ilçe belediyelerinin ardından son gözaltılarla birlikte daha fazla sorulmaya başlandı. Sandıkta oy verenler, sokakta neden ses vermezler?
Tuhaf giden bir şeyler mi var? “Caddelere barikatlar kurulup sokaklara çukurlar kazılırken de yurtseverlerin(!) demokratik destek çağrısına bir türlü icabet etmeyen halk, son yaşananlara da tepki göstermiyor.” diyenler şunu da ekliyorlar; “daha neyin olmasını bekliyor ki?”
Dün Kobanê bahanesi ile kolayca sahaya indirilenler, bugün neden ısrarla yapılan davetleri reddediyorlar? Neden başkanlarına sahip çıkmak için adım atmıyorlar?
Daha kısa bir süre önce, mitinglerine koşup alkışladıkları kişileri, bugün neden umursamaz bir halde izlemekle yetiniyorlar. O zaman heyecanla, bayrak sallayan kollar, bugün neden kıpırdamıyor?
Şehrin her tarafında ellerine tutuşturulan taşları atan ve lastik yaktırılan çocuklar nereye kayboldu? Kepenkler niye eskisi gibi şaşalı kapanmıyor?
Hani kitlesel basın açıklamaları? Nerede boykotlar? Şairin dediği gibi, “yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?”
Hani evvelki zamanlarda devlet çok müsamahalı idi şimdi ise sokağa çıkana hiç acımıyor desek, kimse bunu yutmaz. Çünkü tam tersine şu anda bırakın işkence gibi kötü muameleyi, tomalardan sıkılan sudan başka bir korkutma aleti de yok. Mesela eskiden olduğu gibi ne coplama var ne de köpekler?
Yok efendim, millet eskiden gözaltına alınmaktan korkmuyordu, şimdi ise durum değişti desek bu da pek makul değil? Ya da devlet, eski yanlışlarından komple döndü, artık bölgenin sosyo-psikolojik yapısını tam gözetiyor, kimsenin elinde malzeme bırakmadı filan mı? Yoo, aksine şu anda milliyetçi jargona daha fazla sarıldığı gibi, çözüm mözüm de demiyor?
İşin enteresan tarafı halkın, verdiği oya rağmen seçtiği kişilere sahip çıkmıyormuş gibi bir tutum izlemesi, devletin bir sonraki müdahalesini daha büyük, daha serbest ve daha fazla anlaşılır kılıyor. Dolayısıyla hafiften ağıra doğru yükselen siyasi operasyonların bir sonraki aşamasında dokunulmazlığı kaldırılan vekillerin de içeriye alınması şeklinde olabileceği rahatlıkla söylenebilir.
Yukardaki sorunun cevabını mutlak korkutma ve tehditle alakalı olarak izah etmek, batı illerindeki ve Avrupa'daki tabanın suskunluğunu izah etmeye yetmiyor.
Ortada çok net bir cevap var. Hayatı kuşatan tüm referansları İslam olan bir halk, devletin asimile politikalarına karşı bir aidiyet limanı arıyor. Ama sürüklendiği limanda gördüğü süslü gemilerin içine güvenemiyor ki, gönül rahatlığı ile binsin. Bir süre binse de sonra inmek zorunda kalıyor. Emin bir gemi var lakin onun da henüz binilecek kadar büyük ve geniş olmadığını zannediyor.
15 Temmuz'da darbeye gösterilen direnişi, kendi tavır ve politikalarının toplum tarafından yüzde yüz tasdik edilmesi şeklinde okuyan hükümetin, kendine olan aşırı güveni, güvenlikçi politikalara hız vermesine neden oluyor. Dış politikadaki gürültülü taktikler de iktidarın elini güçlendiriyor.
Bu gidişat ise iki kanadı besliyor: Kemalist ve milliyetçi kanat. Hükümetin ulusalcı kesime biraz boyun eğmiş, milliyetçi cepheye ise boyun eğdirmiş bir taktikle sürdürmeye çalıştığı şahin siyasetinin sonuçlarını ne kadar hesap ettiğini bilmiyoruz.
Ve böyle bir ortamda başkanlık sistemine geçiş de kolaylaşmış oluyor. Ancak bu şartlarda hazırlanacak anayasa, eskisinden çok daha fazla özgürlükleri daraltıcı olacaktır. OHAL kalksa bile darbe girişimi ile ortaya çıkan güvenlik zafiyetine gösterilen refleks uzun yıllar etkisini sürdürecek gibi gözükmektedir.
Böyle bir süreçte ise kitlelerin ruh hali, bir bezmişlik içinde sadece günlük geçimine yönelme şeklinde olacaktır. Öyle ki şimdilerde aktarılan sınır ötesindeki haberleri bile macera kıvamında izlemektedir.
Sonrası akıbettir. “Güzel akıbet ise ancak Allah'tan korkup sakınanlarındır.”(Hud suresi 49)