Tasavvuf meselesi Müslümanlar arasında tartışılan ve İslam düşüncesinde önemli bir yeri olan konulardan biridir. Bir taraftan İslam'ı sadece tasavvuftan ibaret görüp İslam'ın diğer temel ilkelerini görmezlikten gelenler veya tasavvufu yaşamak için İslam'a aykırı yöntemler uygulayanlar bulunmakta diğer taraftan buna karşılık tasavvufu yaşayanların yanlışlarına bakarak -etkiye tepki babından- tasavvufu tamamen dışlayanlar bulunmaktadır.
İlk olarak Tasavvuf kelimesini inceleyecek olursak; bu kelime ne Kur'ân'da ne de hadislerde yer almamış, Peygamber Efendimiz(S.A.V) ve sahabe döneminde kullanılmamış sonradan oluşmuş bir terimdir. Ancak Tasavvuf kelimesinin ilk dönemde kullanılmaması, taşıdığı anlam ve muhtevanın kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Zira İslami terimlerin bir çoğu sonradan oluşmuştur. Önemli olan terimlerin kendisi değil taşıdıkları anlam ve muhtevalarıdır. Terimlerin zahirine takılıp anlam ve amacına bakmadan hakikatleri ona göre değerlendirmek elbette ki tutarsız bir yaklaşımdır.
Tasavvufun taşıdığı anlam Kur'ân'da tezkiye (arındırma) kelimesiyle ifade edilmiş ve Peygamber Efendimizin (S.A.V) asli görevleri arasında sayılmıştır: "Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl görevlendiren O'dur. Onlara, Allah'ın âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı(Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir" (Cuma/2). Hadiste ise tasavvuf “İhsan” diye ifade edilmiştir; Meşhur Cebrail hadisinde Peygamber Efendimiz'e (S.A.V) üç şey sorulmuş; biri İslam'ın inanç yönü olan İman, diğeri İslamın pratik ve amel yönünü ifade eden İslam, üçüncüsü de İslamın manevi boyutunu, ruhunu ve kalbini ifade eden İhsandır. Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) "İhsan nedir?" sorusuna cevabı şöyle olmuştur: "Allah'ı görüyormuşçasına ona ibadet etmektir". İslami ilimlerde ise fıkıh iki kısma ayrılır; biri insanın yapması gereken ibadetleri helal ve haramları anlatan “Zahiri Fıkıh”, diğeri ise ibadetlerin şekil ve şartlarından ziyade amaç ve ruhuyla, kalbi hastalıklara karşı kalp temizliği ve nefis terbiyesiyle ilgilenen “Batini Fıkıh”tır. Bu fıkıh bazen tasavvuf ilmi bazen tezkiye ilmi bazen de ahlak ilmi diye isimlendirilmiştir.
Tasavvuf İslam'ın olmazsa olmaz önemli bir yönünü hatta islam'ın ruhunu temsil etmektedir. Tasavvufta takip edilen yöntem ve araçlardan ziyade amacına ve İslam toplumundaki önemine yoğunlaşmak gerekir. Zira –Hindistanlı Alim Ebul Hasan en-Nedvi'nin de dediği gibi- Tasavvufun olmadığı bir toplumda başka bir şeyle doldurulamayacak bir boşluk oluşur. Bu boşluğu ne ilimde derinleşme ne düşüncede uzmanlaşma ne de siyaset alanındaki başarı doldurabilir. Müslümanlar ne kadar ilim ve hareket sahibi olsalar da -nefisleri terbiye eden, ilahi muhabbete ulaştıran tasavvuf olmadan- maddeciliğe, dünya sevgisine ve kalbi hastalıklara müptela olacaklardır.
Bu bağlamda ilmi tasavvufla buluşturmak için dini ilimleri diriltme anlamında “İhya-ı Ulum ed-Din” kitabını kaleme alan ümmetin düşünce ve ihya öncülerinden İmam Gazali ilimde zirveye ulaşmasına rağmen ilimle doldurulamayacak bir boşluk olduğunu hissetmiş, zamanın alimlerini sadece zahiri fıkıhla ilgilenip batıni fıkhı ihmal ettikleri için eleştirmiş ve bundan dolayı toplumu ıslah edemediklerini dile getirmiştir. Bunun için ilim hayatına ara verip inzivaya çekilmiş, salt akli ilimlerle dolduramadığı bu boşluğu ibadetle ve nefis tezkiyesiyle (tasavvufla) doldurmaya çalışmış, felsefe ve kelam ile ulaşamadığı doğru yola tasavvuf ile ulaştığını ifade etmiştir.
Sonuç olarak elbette ki Tasavvufu yaşamaya çalışanların yanlışları ve aşırılıkları bulunmaktadır. Ancak bu eleştirilere yoğunlaşmaktan ziyade tasavvufun doldurduğu başka bir şeyle doldurulamayacak manevi boşluğu doldurma konusuna yoğunlaşmak gerekir. Zira tasavvufu eleştirmekle yetinmek sadece zahiri yönü olup kalbi olmayan ruhsuz bir İslam anlayışını ortaya çıkaracaktır. "Muhakkak ki bedende bir parça vardır ki bu parça düzelirse bütün beden düzelir, bozulursa bütün beden bozulur. Bu parça kalptir!" (Buhari,İman,39))