İstanbul 31 Mart Yerel Seçimlerinin Büyük Şehir bağlamında iptaliyle ortaya çıkan tabloda nedir yaşadığımız?
Kapitalizmin simgesi spor takımları ile Türkiye Komünist Partisi (TKP) aynı safta CHP lehine duruyor.
Kapitalizmin heykeli Beyaz Saray ile Sol’un uç ismi Almanya Yeşil’i Claudia Roth benzer ifadelerle CHP’ye sahip çıkıyor.
Öte yandan;
ABD ile yakınlığı malum bazı sözde “ılımlı dindar” yapılar, 28 Şubat’ta Bülent Ecevit’in yanındaydılar, bugün CHP’nin yanındalar. Onların tavrı kimseyi hayrette bırakmıyor.
Küresel siyasetteki değişimden habersiz olanları hayrette bırakan, “İslamcı” olarak bilinen ve bugüne kadar o etiketle tepe konumlara seçilen kimi simaların da “halkın tercihini kabullenme, demokratik tutum” gibi ifadelerle CHP’nin yanında yer almasıdır.
Haklı olarak soruyoruz Sol’a ne oluyor da Sovyetlerin KGB’si ile kıyaslanacak kadar Beyaz Sarayı, dolayısıyla CIA’yı arkasına alabiliyor?
“İslamcı” etiketine sahip “koca” adamlara ne oluyor da kendilerini bu ölçüde inançlarına yabancı “çeviri bir dille” ifade ediyorlar, Sol söylemi bu kadar keskin bir taklitle tekrarlıyorlar?
Vakanın Beyaz Saray-Sol İttifakı tarafının izahı basit:
Dünün Sol’u “Kahrolsun kapitalizm!” derken bile emperyalizmin, İslam dünyasını dininden kopararak kendisine yabancılaştırması projesinde tarihi bir vazife gördü. Ama o gün Sovyetler “hayatta olduğu için” Beyaz Saray, Sol’un bu hizmetini yok saydı.
Sovyetlerin ölümüyle Beyaz Saray, Sol’un “kapitalizm ve emperyalizmle ortak bir modernleşme vizyonu”na sahip olduğunu kabul etti ve küresel bir dünya kurmakta Sol’u, kendisi için “kültürel kanat”lardan biri olarak seçti.
Sovyetlerin ölümüyle Sol, Beyaz Saray’ın himayesinde ve onun militanlarından biri olarak sahada yer alıyor. Bunun en yakın ve en bariz örneği, Sudan Komünist Partisi’dir. Bu parti doğrudan CIA ile çalışarak Sudan’ı ABD lehinde bir değişime zorluyor. Sol, Türkiye’de de en azından Gezi olaylarından bu yana aynı rolü oynuyor; “Beyaz Saray gerillalığı” yapıyor. Bir “kontra güç” olarak iş görüyor.
Asıl merak noktası kimi “İslamcı” simaların tutumuna gelince;
Onların durumunu kişisel hırsları ile açıklamak, politik dilde doğru ise de arka plan açısından isabetli değildir.
Bu simalar geçmişten beri “uluslar arası sistem”den onay alacak tutumlar içinde olmayı fazilet sayıyorlardı. “Bu konuda Batı da bizim gibi düşünüyor” derken fena keyifleniyorlardı.
Bugün bundan farklı bir hâlle yüz yüzeyiz: 11 Eylül 2001’den sonra ABD, İslam dünyasını baştanbaşa taradı, o tarayıştan şu neticeler çıktı:
1.Eskiden beri kendisiyle bağı bulunan kimi “dindar” gruplarla bağını militarik boyuta taşıdı, onları Pakistan’da Kadiri vakası ve 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi darbeci unsurlara dönüştürdü.
2.“İslamcı” olarak bilinen kesimlerin tek yapıdan oluşmadığını, bir kısmının tercihlerin zorlaması durumunda “eleştirel Sol söylem” içinde “değerlendirilebileceğini” gördü.
Anlaşıldığı kadarıyla yaklaşık yedi sekiz yıl süren bu gözlem ve ayrıştırma sürecinin ardından, 2009’dan bu yana ABD, bir yol ayrımı oluşturmaya çalışıyor. Sol söylem İslamcılığını, Sol’un eleştirel tutumu içinde “ilerlemeci siyaset” koalisyonunun bir parçası olmaya itiyor.
Geldiğimiz noktada bu itiş, söz konusu yapı için bir baskıya dönüştü, bir tercih noktasına geldi. ABD, onları kapitalizme “dostane” eleştiri yapan Sol’un yanında yer alma konusunda tavırlarını göstermeye zorladı. Onlar da “reel-politik tutum içinde”, “büyük otoriteye karşı çıkılmaz” havasıyla boyun eğmiş görünüyorlar.
Bu tutum, sadece Türkiye’de değil, Sudan, İran hatta Suudi Arabistan’da “İslamcılık içinde” bir kriz çıkarmış durumda.
Açıkçası Pakistan’da Kadiri vakası ve Türkiye’de 15 Temmuz’la tezahür eden “ılımlı dindarlık” krizinden sonra Müslümanlar, yeni bir yol ayrımı ile karşı karşıya. Müslümanlar, “büyük otorite” küresel güce itaat edenler ve ona “Hayır” diyenler arasında bir bölünme noktasındalar.
Bu seferki itaat, 15 Temmuz aktörlerinin itaatinden çok daha zilletlidir. Zira 15 Temmuz’da Sol, ılımlı dindarlığın yanına yedek olarak veriliyordu.
Bu kez itaati seçen “İslamcılık”, Sol’a yedekleniyor.
Asıl hedef: Bu tür “erken avların” kullanılarak Müslümanların bölüne bölüne nihayetinde bütün olarak Beyaz Saray’a itaatidir; böylece “medeniyetler çatışması” sürecinden “tek dünya” sürecine geçiştir.
İşin aslı maalesef budur.