Sanırım, zayıf bir bünyeye sahibim. Her sene daha kış başlamadan, sonbaharın ortalarında, iyi bir soğuk alırım. Grip aşısı, doğal ilaçlar, şu bu para etmez, artık kabullendim. Mecburen her yıl bu mukadderatı yaşayacağım.
Evet, bu yıl da şu sıralar aynı durumu yaşıyorum. Birkaç gündür gribin pençesinde kıvranıyorum. Bir hafta, on gün bu devam edecek herhalde. Şu an, bu satırları yazarken bile bir yandan beynim zonkluyor, bir yandan da burun akıntısı, hapşırma, nefes alamamak… Çok fenayım.
Ne ülke gündemi, ne dünya siyaseti; ne döviz, borsa, ne üçüncü sayfa haberleri… Aklım, fikrim baş ağrımda diyeceğim, ama böyle zamanlarda başta akıl fikir kaldığı da söylenemez ya!
Sultan Süleyman derken Yahudilerin aklına her ne kadar daha çok Hz. Süleyman gelse de ülkemizde, Osmanlı hinterlandında ve Avrupa coğrafyasında akıllara daha çok Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman geliyordur. Muhteşem yüzyılın Muhteşem Süleyman'ı. Kırk altı yıl süren bir hükümranlık, üç kıtada at koşturabilen bir cihangirlik… Kudret, ihtişam, servet…
İşte herkesin bu duruma özenebileceğini hisseden Muhibbi mahlaslı Şair Sultan Süleyman yüzyıllar öncesinden asıl zenginliğin, asıl servetin ne olduğunu bir şiirinde ne güzel ifade ediyor:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Her ne kadar avamın gözünde en muteber şey, devlet, zenginlik ise de dünyada hiçbir şey bir nefes sıhhat gibi kıymetli olamaz. Bir zamanlar Sakıp Sabancı vardı hani, Koç ile birlikte ülkemizin en zengin iki insanından biri idi. Ama sağlık sorunlarından dolayı, onca zenginliğine rağmen doğru dürüst bir şey yiyemediği söylenir.
Evet, sağlığımız birkaç basamaklı bir sayı gibidir. Sağlık, bu sayının ilk rakamıdır, 1'dir. Bu biri, güzel bir ahlakla yanına bir sıfır koyarak 10'a çıkarabiliriz. İlim irfanla bir sıfır daha ekleyip 100'e, ne bileyim para pul ile bir sıfır daha ilave edip 1000'e ve daha hangi eklemelerle çok daha büyük sayılara dönüştürebiliriz. Ama baştaki 1'i attınız mı sıfırların hiçbir anlamı, hiçbir hükmü, hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz, değil mi?
Bazen bu hataya düşmüyor değiliz. Dünyanın türlü hengâmesi karşısında kendimizi, eşimizi, ailemizi ihmal edebiliyoruz. Oysaki her şeyin telafisi olduğu halde çoğu zaman bunların telafisi yapılamıyor.
Hani, Nasrettin Hoca'ya sormuşlar, Hocam, kıyamet ne zaman kopacak diye. Büyük kıyamet mi, küçük kıyamet mi, diye soruya soruyla karşılık vermiş. Şaşırdıklarını görünce de cevabını açıklamış: Hanım ölünce benim için küçük kıyamet, ben ölünce ise büyük kıyamet kopmuş demektir.
Evet, değerli dostlar! Bu hastalık vesilesi ile gündemin, siyasetin, toplumsal hayatın dışında birkaç gün kendimle uğraşıp durdum, bu haftaki yazımda da bu duygularımı sizlerle paylaşmak istedim. Hayatımız hep bir koşuşturma halinde… Hep bir şeyleri tamamlama, bir şeyler daha kazanma peşinde koşturup duruyoruz. Oysaki bazen şöyle bir bekleyip, hatta bekleyedurup kendimiz, sağlığımız, eşimiz, ailemiz hakkında tefekkür edip sahip olduğumuz devletin, zenginliğin farkına varmamız gerekiyor.
Ziya Osman Saba'nın bir şiirinde ifade ettiği gibi nefes alıp vermek bile ne kadar büyük bir nimet, anlayabilirsek:
Nefes almak, içten içe, derin derin
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında
Nefes almak, her sabah uyanık
Ağaran güne penceren açık
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında
Nefes almak, akşam iş bitince
Çoluk çocuğunla artık bütün gece
Nefesin nefeslere karışmış
Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes
Anlıyorum, birbirinden mukaddes
Alıp verdiğim her nefes.