İnsanın kendisiyle, kendi nefsiyle konuşması ve bunu insanlara bir şekilde yansıtması, kanımca çok etkili ve güzel bazı sonuçları doğuracaktır. İnsanın nefsini hedef bilip kendi nefsini muhatap almasının birçok güzellikleri vardır:
Doğrusu nasihate en muhtaç ve müstahak herkesten öte, insanın bizzat kendisidir. Hak olan ve evla olan nasihatçinin kendisini doğrultması ve kendisini sorgulamasıdır. Bundandır ki peygamberler ve veli kullar ilk önce kendilerine nasihat etmişler kendilerini eleştirmişler, hatta ayıplamışlardır. Bizim gibi günahkârlar bu konuda, elbet daha çok nefsini muhatap almalıdırlar.
İnsanları incitmeden, bozmadan ve hırpalamadan düzeltmenin, nasihat etmenin en güzel yolu; kendine nasihat edip başkalarına da bunları dinlettirmektir. Hiçbir insan bu şekil bir nasihate hayır demez ve diyemez. Bedüzzaman gibi âlimlerin yaptığı da budur.
Şu yüzyıl nefislerin; azgınlaştığı, hırçınlaştığı hatta azıttığı bir yüzyıl. Tarihin hiçbir devrinde insan nefsinin bu kadar tahrik edildiği belki vaki değildir. İşte bu nefis; nasihate tok olduğunu, vaazdan tiksindiğini, vaazcıdan nefret ettiğini bas bas bağırmaktadır. Bu devirde insana nasihat etmek, onun başını kırmaktan daha iyidir. Zaten peygamber bu devri; nasihattense murdar eti görmenin daha evla ad edildiği bir devir, olarak tanıtmamış mıdır? İşte kendine nasihat etme muhatabı bu açıdan da rahatlatmaktadır.
Allah şahittir ki nefsimden başka kimseye sözüm ve hükmüm geçmiyor. Gerçi biz nefsimizi dahi dizginleyemiyoruz ama bir gerçek var ki o da şudur: nefsimiz istese de istemese de bize yapışık ve gebedir. Aklı dinlememek ve vicdanı dinlememek gibi bir lüksü de yoktur. Bu açıdan nefis, hiçbir yere kaçamaz. Bizi dinlemek zorundadır. İkili konuşmalar ve doğrudan muhatap alış metodu, insanı daha etkili dinlemeye ve muhasebeye iter. “Düzelme vaktin gelmedi mi?” sözünün etkisi ile “düzelmek lazım” diyen bilgilendirici üslup arasında dağlar kadar fark vardır. İnsanların en fazla düzeldiği metot kuru vaaz değil, ikili konuşmalardır.
Mademki nefsim içimde bana karşı şeytanla bir şer ittifakı kurmuş ben de ona karşı, ilahi aklı müttefik seçerek ona nasihatte bulunacağım. Siz de isterseniz bu nasihatlere kulak verirsiniz. Bedüzzaman, Mevlana, İmam Gazali gibi evliyaları kendime rehber bilip onların rehberliği ve kılavuzluğunda, Allah’a hamd ve Resulüne selat ve selamla başlıyorum. Tevfik Allah’tandır.
Öncelikle şunu derim ki, NEFİS diyerek bazen içteki kötü duyguları, bazen bizzat kendimi, bazen de heva ve heveslerimi kast ettim. Nefsim bana: ‘Beni uyaracaksan sözlerinde sanatsal bir değer bulunsun’ diyor. Ben de onu, bu açıdan da kırmak istemiyorum. Çünkü nefisler, sanatı kutsal bilirler.
NEFSİNE, NEFSİNİ TANITMAK
‘Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene’[1] yemin olsun ki ey Nefsim! ‘Seni kötülüklere gömen de ziyan etmiştir’[2] seni düzeltmek ve seni cennetlik kılmak, tüm insanlara farzdır. Seni düzeltmek ve cennetlik kılmak isteyene (Rabbine) hamd et. Çünkü sen; seni seveni seversin, sen de rabbini sev.
‘Ey nefsim! En büyük put, sensin. Sen tüm putların anasısın. Tahta, taş ve demir, tüm bu putları yapıp, sonra da insanı onlara kul ve köle kılan da sensin. Lat, Menat ve Uzza ve daha nice putlar senin eserindir. Aslında insanlar bu putlara değil sana tapmışlardır. Yani işin arka planında sen varsın. Görünmeyen düşman, en tehlikeli düşmandır ve o düşman da sensin. ‘Tüm aşağılık işlerin kaynağı nefistir’ demekle Bedüzzaman çok haklı konuşmuştur. ‘Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâla ibret almayacak mısınız?’[3] “Nefis daima kötülüğü emreder” ayeti, nefsi ne güzel tarif eder. Nefs; ‘emmare’dir. Yani emr edicidir. Diktatördür, dediği dedik ve yaptığı yaptıktır. Bu haliyle nefis; tarihteki zalim padişahları, kralları andırır. ‘Haramı ye, günaha dal, kadına bak’ diye emirlerde bulunur. Nefiste tevazu, danışma ve istişare yoktur. O yalnızca ister. İsteyişi de emirler ve kuvvetli dürtüler şeklindedir.
Senin zararın şeytandan da çoktur.[4] Şeytan, sen olmadan hiçbir hükme sahip değildir. Şeytan ancak seni kullanarak bir şeyler başarır. Bir bakıma sen, bizim içimizdeki hain düşmansın. Bu açıdan ey nefsim! Seni rabbimize şikâyet ediyoruz ve sana karşı bize yardım etmesini diliyoruz. Dünyada kendi kendini avlayan, bizim gibi bir tuzak sahibi ahmak var mıdır?[5] Eğer böyle değilsen, cehennemi dolduranlar kimdir, kimlerdir? Ey sara nöbetleri gibi, şehvet nöbetleri geçiren nefis! Akıl, kalp ve mantık, senin bu nöbet anında nereye gider de sana engel olmazlar. Niçin seni haramdan alıkoymazlar? Mısırlı Züleyha da senin gibi bir şehvet nöbetine düşmüştü de Yusuf için kendini rezil ve rüsva kılmıştı. Bana sakın; ‘şehvet olmasaydı’ deme. Çünkü iffet ve temiz kalma, şehvet varken olur. Heva ve heves, nefsanî duygular olmasaydı, onlardan sakınmak, emir edilmezdi. Şehvet olmasaydı, iffet ve temizlik olur muydu? Ölülerle savaşıp gazilik elde edilir mi? (Mevlana) Sen şehvete ve daha nice şeylere karşı savaştığın için değerlisin. Ey kibri şeytandan miras kapan nefsim! Şeytan alçaklık vadilerine ancak kibri ve enaniyeti yüzünden düşmüş ve isyan etmişti. Günde beş vakit namazda burnunu yere sürten Allah, acaba niçin bu rüknü sana yaptırır, hiç düşündün mü? Kibrin ve enaniyetin sembolü burun değil midir? Öyleyse niçin üstünlük taslarsın, kendini bir şey sanırsın. ’Burnumu yere sürten rabbime hamd olsun’ desene! Sen kendini serbest, müstakil ve bizzat mevcut biliyorsun. Bundan ötürü kendine bir nevi rububiyet atfediyor, mabuduna karşı bir nevi isyana girişiyorsun. Bedüzzaman,[6] Hâlbuki senin aklın da cismin de müstakil ve yeter değildir. Hastalık anında, ihtiyarlık ve acizlik anında kendine bir danışırsan ne olduğunu bir bir idrak eder, gerçek yüzünü görürsün. Sen tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz bir cinayet erbabısın, fakat hayır icat ve iyilik zamanında ise iktidarın çok azdır. Bir haneyi bir günde harap eder ama yüz günde yapamazsın.[7] Belki de sen, bu tahripkârlığına çok güvendiğin için kendini büyük ve üstün sanıyorsun. Sen hazır bir gram lezzeti, müeccel (ertelenmiş) ve gaip bir batman lezzete tercih ediyorsun. Hazır bir tokat korkusundan ilerde müeccel bir sene azaptan daha fazla çekiniyorsun.[8] Bunun içindir ki dünyada ki hazır zevkler ve nimetlere kapılmış ve büyük cennet nimetine de sırt çevirmişsin. Rabbinin azap ve ikap vaatlerini sırf gaip ve hazır olmadığı için küçümsüyorsun. Yani sen hazıra müptela, an'ın kendisine hasta ve akıbete karşı körsün. Bir çocuk gibisin. Çünkü çocuk hazır bir şeker için ona ileride verilecek olan bin tane şekeri geri teper ve hazır o şekeri ister.
Bir yönün de şu: Hizmet ve meşakkat zamanında geri kaçıyor, çekiniyorsun. Ama ücret ve mükâfat zamanında, hemen ileri atılıyorsun.[9] Sana ‘İslam için hak için, namus ve hayâ için çalış’ dense kaçıyorsun, ama İslam ve mükâfat sofrasına ise oturuyorsun. Bu yaptığın ne adalete ne de insanlığa sığar. Ey nefsim senin ayıbını gören bahtiyar, sana güvenen ve sana itimat eden ise ancak bedbahttır.[10] Ey nefsim, senin en büyük hatan, kendini hatasız ve noksansız görmendir.[11] Hatalarını bir düşünsen ve her hatan için odana bir taş atsan, vallahi belki bir ayda o oda taşlar ve çakıllarla dolar.
Din ve fazileti, medeniyete düstur ve rehber etmezsen ey nefis, sefahate ve nefsin pis isteklerine muvafakat vermiş sayılırsın.[12] Nitekim günün medeniyeti dini ve fazileti kendine düstur ve anayasa bilmediği için bu rezil ve çirkef hale girmiştir.
Doğrusu ey nefsim! Kim düşman istiyorsa sen yetersin.[13] Düşmanlığa senin kadar layık ve senin kadar müstahak bir varlık olmasa gerektir.
Ey kendine tapmayı marifet sanan nefsim! Hürriyet nefsin isteklerine uymak değildir.[14] Belki hürriyet hür olana, yani Allah’a abd olmaktır. Sana uyandan, sana tapandan daha büyük köle ve esir yoktur. Batılı bazı filozoflar ‘Nefsi bırakın dilediğini yapsın, o zaman nefis daha yücelir’ diyorlar. Hâlbuki serbest kalan nefsin arpa yiyip coşan ve etrafına saldıran öküzden hiçbir farkı yoktur. Nitekim serbest kalan nefislerin ne kadar cana kıydıklarını, kimin yuvalarını söndürdüklerini nasıl çirkeflik yaptıklarını biz görüyoruz siz de görüyorsunuz.
İnsan cibilliyeti gereği nefsini sever,[15] biz bu fıtri kanunu görmüyor, anlamıyor ve de çiğniyor değiliz. Ama nefsine tapmak, fıtri ve ahlaki değildir. Biz nefsimizi seveceğiz ama nefsimizin her dediğini yapmak ise nefsini tehlikelere atmaktır ki bu nefsi sevmek değil ona yani nefse düşman olmaktır.
Doğrusu tüm himmet ve gayretini sana hasr eden insan değildir.[16] Çünkü insan olan sadece kendi çıkarı için çalışmaz, çalışamaz. Nefis âlemden aşağı, vazife (yani kulluk) cümleden aladır. Elbet vazifemiz: kulluk ve ubudiyettir.
Ey nefsim sen deve kuşu gibisin. Tüm bu kadar iç ve dış düşmana karşı başını kuma gömmüş kimsenin seni görmediğini sanıyorsun. Rabbinin gördüğünü hesaba katmıyorsun. ‘Üzerinde gözetleyici-koruyucu bulunmayan hiçbir nefis (kimse) yoktur.’[17] Arkandan gelen tehlikeleri ve önündeki karanlık istikbali görmek için çalış, deve kuşu gibi başını gömme. Nisyanın (Unutkanlık) en kötüsü, nefsi unutmaktır. Nefsini unutanı ve kötülüklerini görmeyeni Allah da unutur. Nefsini unutan tıpkı şuna benzer: bir şoför ayağını gaz pedalına sonuna kadar basmış ve gaz pedalını unutmuştur. Unutulan gaz pedalı, şoförün ve arabanın, yani nefsin de sonu demektir. Var tehlikeyi sen düşün, ey unutkan nefsim! ‘Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.’[18] ‘Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular)’dan sakındırırsa[19] Şüphesiz cennet (onun) yegâne barınağıdır.’[20] O halde ey nefsim! Seni açlıkla, bol bol zikirle ve taatle ve dua ile meşgul kılmak lazımdır. Yoksa bu ayetin sırrına eremezsin.
‘Ey nefsim! Sen ilerde başımıza çok belalar açacaksın yoksa rabbin Kuran’da; ‘kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter,[21] demezdi. Nefsim! Gerçekten sen, çok çetin hesap sorar ve vicdan azabı çeker ve de çektirirsin.
İnzar Dergisi
[1] (91/7)
[2] (91/10)
[3] (45/23)
[4] (Gazali, İlahi Nizam, S:45)
[5] (Mevlana, Mesnevi,C5 S:4
[6] (Mesnevi-i Nuriye,S 45)
[7] (Bedüzzaman, Sözler, S:290)
[8] (Bedüzzaman, Lemalar, S:80)
[9] (Mesnevi-i Nuriye S:176)
[10] (Bedüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, S:71)
[11] (Bedüzzaman, Tarihçe-i Hayat, S:63)
[12] (Bedüzzaman, Muhakemat, S:37)
[13] (Bedüzzaman, Mektubat, S:37)
[14] (Bedüzzaman, Divan-ı Harbi Örfi, S:78)
[15] (Bedüzzaman, Mektubat, S:443)
[16] (Bedüzzaman, Hutbe-i Şamiye, S:64)
[17] (86/4)
[18] (59/19)
[19] (79/40)
[20] (79/41)
[21] (17/14)