Adıyaman'ın Kâhta ilçesinin kuzey doğusunda uzanan sıra dağların en yüksek noktasında, doğu ve batı tarafı dev heykellerle dolu büyük bir tümülüs vardır. Buraya Nemrut dağı deniyor. Bu dağın niçin ‘Nemrut'diye adlandırıldığını bilmiyorum. Bildiğim o ki, buranın tarihte meşhur Nemrut ile bir alakası yoktur. Amerikan ve alman arkeologların ellili yıllardan seksenli yıllara kadar çevrede yaptıkları kazı çalışmaları ve arkeolojik araştırmalar, buranın milattan önce hüküm sürmüş Kommagene Krallığının hükümdarı 1. Antiochus'un anıt mezarı olduğunu ortaya koydu.
Tümülüs çevresinde çalışmalar yapan Alman ve Amerika'lı arkeologlar şantiyelerini doğup büyüdüğüm köyde(Eski Kâhta) kurmuşlardı. Bu adamlar bir taraftan Kâhta kalesi, Arsemia, Samsat ve Nemrut dağındaki tümülüs etrafında kazılar yapıyorlar, diğer taraftan da burayı dünyaya tanıtıyorlardı. Tanıtma programı dönemin TC. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ı da kapsamıştı. Alman arkeolog Friedrich Karl Dörner Cumhurbaşkanını yöreye getirip oradaki tarihi eserleri göstermiş, yapılan çalışmalar hakkında bilgilendirmişti .(1968)
Antik dönemden kalıntıların olduğu Nemrut dağına o yıllarda otomobil ile ulaşma imkanı yoktu. Dolayısıyla tümülüsü görmeye gelen yabancı turistleri, hayvanlara bindirip dağa çıkarıyorduk. Güneşin doğuşunu seyretsinler diye geceden yola çıkar ve aşırı rampalı keçi yolunu ancak dört saatte kat edip dağın zirvesine ulaşabilirdik.
Yaz sezonu hemen her gün dağın başında olurduk. Gelen yabancı turistlerin hal ve hareketlerine, davranış biçimlerine aşina olmuştuk artık. Hangi turistin hangi memleketten olduğunu anlardık. Kimilerimiz dillerini bile konuşur olmuştu. Katırlarla dağa çıkardığımız bu turistlerden aldığımız ücret o güne göre fena sayılmazdı. Köyümüz ekonomisi için önemli bir kaynak durumundaydı.
Şimdi sizlere asıl anlatmak istediğim konuya geleyim. Bir gün yine bir gurup turisti katırlara bindirip yola çıktık. Gurup altı kişiydi. Normalde her turist bir katır kiralar ve ona binerdi. Bu gurup açıkgözlülük yapmış altı katır yerine dört katır kiralayıp yolda sıra ile binmeye çalışınca biz tepki gösterdik. Bu şekil davranmaları hoşumuza gitmedi ve buna engel olmaya çalışınca gurupla aramızda bir tartışma oldu. O tartışmanın verdiği gerginlikle zirveye vardık. Turistler gezilerini tamamladıktan sonra sıra kahvaltı yapmaya gelmişti. O dönem dağın zirvesinde hiçbir tesis filan da yoktu. Biz, evden yanımıza aldığımız yavan ekmeğimizi çıkarıp yedik. Turistler ise beraberlerindeki küçük konserveleri açıp yemeye başladılar. Onlar yemek yerken, bizim gözlerimiz de boşalacak konserve kutularına kilitlenmişti.
Boş kutuları alacaktık. O dönemde böylesi kutular evde bir iş için kullanılabilirdi. Hemen beş metre önümüzde duran gurubun boşaltacağı konserve kutucuklarını almak için hazırlanmışken hiç beklenmedik bir olayla karşılaştık. Bu hepimizi şaşırtmış ve gavur Avrupalının biz Müslümanları ne kadar çekemez, sevmez olduğu yorumunu yapmıştık.
Peki ne oldu?
Yemekten sonra gurubun içinden biri, ayağıyla o bizim almak için hazırlandığımız kutucukları ezdi. Onun kutucuklara indirdiği her tekme sanki başımıza iniyordu. Hepimiz ‘gavura bak sen… biz onları almayalım, kullanıp yararlanmayalım diye böyle yapıyor' yorumunu yaptık.
Kutucukları ezen gavur bu defa onları toplayıp aldı ve oturduğumuz yerden uzaklaştı. Tabi ki gözlerimiz onu takip ediyordu. Adam epey ilerleyip gözden kaybolunca, acaba ne yapacak diye peşinden gittik. Bir de ne görelim, almak için can attığımız o kutucukları adam elleriyle eştiği bir çukura bırakıp üstünü kapattı. Bunu görünce adamın ne hınzır bir gavur olduğuna dair kanaatimiz iyiden iyiye pekişti. ‘Ya, gördünüz mü gavuru. Belki o ezilmiş haliyle bile o kutucukları alabileceğimiz ihtimaline binaen onları gömüp sakladı' yorumunu yaptık. Peşinden epey bir küfür de edip rahatlamaya çalıştık.
Ama içimizden biri değişik bir yorum yaptı. Şöyle dedi: ‘Arkadaşlar gavurlar için bu dağ kutsaldır; bizim Arafat dağı gibidir. Yani burası onların haccıdır. Hacc mekanlarının kirlenmesini istemediği için böyle yaptı'.
Bu yoruma da kimse itiraz etmemekle beraber yapılan işin gavurluk olduğunda kimse zerre miktar şüphe etmiyordu.
Şimdi uzatmadan bu hikayeyi size niçin anlattığımı söyleyeyim. Bu yıl Hacca gittim. Hacılarımızın Arafat, Müzdelife, Cemarat, Nur dağı gibi tarihi kutsal yerleri ne kadar kirlettiğini görünce bu hikaye hatırıma geldi.
Nemruttaki bu olay yaklaşık yarım asır önce geçmişti. Kendi memleketi olmayan, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başında Avrupalı bir turistin çevre temizliği adına yaptığı ile bizim kutsal beldelerde yaptıklarımızı karşı karşıya koydum. Tabii ki çok üzüldüm.
Peki ya bizim o turistin çevre duyarlılığı adına yaptıklarını anlamayıp yaptığımız yanlış ve komik yorumlarımız..?
Cehaletimiz ve dinimizden uzaklaşmamız bizi ne hallere koymuş maalesef!..