Beşerin dünya iktidarı hırsı son bulmaz. O hırsa kapılanlar, mü’mini de rahat bırakacak veya dünyayı ona bırakacak değildir.
28 Şubat, bin yıl sürecek denmişti, çok yerinde bir sözdü. Aslında söyleyen, dünya var oldukça sürecek, demek istemişti. O sözü böyle anlamak daha da doğrudur.
En azından 15 Temmuz’dan bu yana bir Neo-28 Şubat’la karşı karşıyayız. Hükümet, bu konuda fazlasıyla hassas! Bu yöndeki söylemleri ihanetle eş tutuyor.
Oysa bu Neo-28 Şubat, hükümet tarafından uygulanmaya konmuş değil, aksine hükümeti yerinden edip onun yerini almak, dolayısıyla post-modern darbeciliği sürdürmek için uygulamaya konmuştur.
Hükümet tarafından uygulamaya konsaydı çok daha kolay fark edilir ve hiç kuşkusuz karşı konurdu. Zira yönetimler tarafından başlatılan uygulamalar, görünür uygulamalardır. Fizikî istilalar gibidir, tankı topu görür, Mardinlilerin I. Dünya Savaşı’nda Fransız istilasına karşı koydukları gibi hiçbir şeyiniz yoksa, soba borusuyla düşmanı aldatır ama sahada olursunuz.
Halbuki idare dışı siyasi ve sosyal dayatmalar, kültürel istila sınıfındandır; kolay fark etmezsiniz, şeytanın kalplere sirayet etmesi gibi içeriye sızar ve ayağınızı kaydırır.
Kim Neo-28 Şubatçılar?
Daha önceki 28 Şubatçıların içinden Avrupa vakıfları, ABD ve İsrail’le bağını sürdüren küçük sayılmayacak bir grup… Eskisi kadar basılı medyaya ve televizyon medyasına hâkim değil ama internet medyasının neredeyse hakimi durumunda… Son iki yılda epey de trol buldular, daha önce de yazdığım üzere sosyal medya iktidarını resmen ele geçirdiler.
Ne yapmak istiyorlar?
Dilimiz söylemeye varmıyor ama yapmak istedikleri gayet açık: 15 Temmuz’da yarı yolda engellenen darbeyi tamamlamak istiyorlar. Arkalarındaki güç, 15 Temmuzcuların halk desteğinden yoksun kaldığı için başarısız olduğunu onlara öğretmiştir. Yarıda kalan işi halk desteğini sağlayarak amaçlarına ulaşacaklarını umuyorlar. Daha doğrusu darbenin önündeki halk bariyerini yıkarak “zahmetsiz bir darbe” gerçekleştirebileceklerine fena hâlde inandırılmışlar.
Bunun için 15 Temmuz darbesinin önünde bariyer olan dindar kesimlere karşı, internet haberciliği ve sosyal medya üzerinden tek kelimeyle savaş açmış durumdalar. Hedefleri, Diyanet’inden en küçük mahalle derneği cemaatine kadar itibar sahibi tek bir dinî yapı bırakmamaktır.
Her bir yapının herhangi bir yönünden rahatsızmış gibi hareket ediyorlar, kendilerini huzursuz eden bazı durumlar izale etse teskin olacaklarmış gibi davranıyorlar. Oysa bütün dindarlık türlerine yönelik bir strateji sahibidirler. Şimdilik CHP’yi destekleyen kimi dindar yapılarla ilgili haberlerini durdurmuşlar. Ama büyük hedefleri, ülkede kesin dindarlık namına hiç ama hiçbir yapı bırakmamaktır.
Dindarları ayırıyormuş gibi durmaları, bazı sorunlar giderilse teskin olacaklarmış gibi davranmaları da sadece stratejilerinin bir taktiğidir.
Ne yazık ki bu stratejiyi görmeyen kimi devlet içi kişiler veya medya çevreleri de zaman zaman onlara prim veriyorlar. Onların stratejilerine uygun uygulamalara gidiyorlar. Onların batıl için söylediği doğruları hakkı destekleme adına yayıyorlar.
20. yüzyılın başlarındaki Müslümanlar, bir strateji geliştiremeseler de aleyhlerindeki stratejileri görebiliyorlardı. Ne yazık ki kaynaklarımızla bağımız zayıflayıp Batılı eğitimi özümsedikçe o noktanın da gerisine düşüyoruz, 21. Yüzyılın başında aleyhimizdeki stratejileri bile anlayamıyoruz.
Oysa şu ayet-i kerimeler tek başına bizim bu türlerin “doğruları” için yolumuzu görmemize yeterlidir:
“Münafıklar sana geldiklerinde, şahitlik ederiz ki sen gerçekten Allah’ın elçisisin, derler. Senin hiç kuşkusuz kendi elçisi olduğunu Allah elbette biliyor ama Allah şahitlik eder ki münâfıklar muhakkak yalan söylemektedirler.
Yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah'ın yolundan çevirdiler. Onların yaptıkları ne kötüdür!” (Münafikûn Suresi 1-2)