2000’li yılların başlarındaydı.
28 Şubat’ın ardından Bülent Ecevit hükümeti, cami inşaatlarını bloke etmiş; semtimizin camisi temel aşamasında kalmıştı.
Pek çok semt gibi biz de cuma namazını, komşu sitede apartman altı bir mescitte kılıyorduk.
Mescidimizin ilmi sınırlı ama samimiyeti dorukta emekli “Cuma imamı”, bir karışlık minberin üzerine çıkar, hutbeyi şifahen okurdu. Ama yaşlı imamımız, pek tatlı Ankara Türkçesi ağzıyla, ne anlatırsa anlatsın, hutbenin sonunda tavsiye babından, mutlaka “Muhterem Müslümanlar, kahvehanelerde vakit geçirmeyin, boş kalıp sigara dumanı yutmanın faydası ne ki? Bir de karılarınıza kızlarınıza söyleyin, çıbıldak dolaşmasınlar! Dışarıya çıbıldak çıkmanın manası ne? Örtünmek hem Allah’ın emri! Hem çıbıldaklığın günahı çok büyük! Örfümüzde de çok kötü!” derdi.
Hepimiz, ailesi tesettürlü veya değil, onu saygısızlık barındırmayan bir gülümsemeyle dinlerdik. Bir cuma olsun, herhangi biri çıkıp da onu kendi ailesine saygısızlık yapmakla itham etmedi. Zira o hakkı anlatıyordu.
Şöyle bir düşünüyorum da hakkı onun kadar açık anlatan kaç vaizimiz kaldı? Nerede, kürsülerin veya evlerin o güçlü tesettür vaiz ve vaizeleri? Hakikaten nereye gittiler? Seslerini niye duymuyoruz?
“Ilımlı İslam” diyorduk, meğer bir de “bürokratik İslam” varmış… Kavuğu karton, sargısı yapıştırma, maket sarığın altında; yedi terziye biçtirilmiş cübbeden çıkan, sarık kadar yapay, cübbe kadar biçilmiş sözler kalpler bir yana zihinlere de seslenmiyor.
Din, samimiyettir. Sarık ve o cübbenin yapaylığı, samimiyeti mi yutuyor, ne? “Formal” vaazlar etkisiz kalıyor. On iki ilim okumuş, sözleri Osmanlı paşalarından ağır vaizin bin ifadesi, bazen bir baba annenin nasihatinin yerini tutmuyor.
İslam’ın değerleri, mütemadiyen saldırı altında… Bir “çağdaşlık havası”dır akıp bütün “hafifler”i alıp götürüyor, “ağırlar”ı da sarsıyor.
Bu akıma karşı güçlü bir hitaba ihtiyaç vardır. Dalga kıran ve hatta dalgayı tersine çeviren bir hitap… Söz konusu tesettür olduğunda dışarıdan veya içeriden bir hitap…
Dışarıdan kastım, erkek vaizlerdir. Nerede bir zamanların o tesettür vaazları… İnsanlar anlamasalar bile evlerine panik içinde döner, aile efratlarına tesettürü tavsiye ederlerdi.
İçeriden kastım, kadın vaizelerdir. Onlar, tesettür konusunda sadece vaiz değil, aynı zamanda örnek ve önder şahsiyetlerdir.
Tesettürün farziyeti sorgulanarak, tesettürlü kadın itibarsızlaştırılarak; soyunma “özgürlük” diye kutsanarak, tesettürsüzlük “okumuşluk” gibi gösterilerek tesettüre karşı bir savaş veriliyor. Bu savaşta tesettür, bombardımana tabi tutuluyor.
Buna karşı “bürokratik” bir tavır içinde “başı örtmek farzdır” diye geçmek, top karşısında kuru sıkı patlatmaktan öte geçmiyor.
Açıkça ifade edeyim: Hocalarımız, tesettürün farziyetini söylüyorlar ama siyasi atmosferle de ilgili olarak tesettürün hikmetini, tesettürden uzaklaşmanın mahsurunu açıklamaktan korkuyorlar. Bu yöndeki etkili vaazlarının, “açıkları küstürüyor, toplumu kutuplaştırıyor” ithamlarına yol açmasından endişe ediyorlar.
Hassasiyet iyidir ama aşırı hassasiyet, sorundur, sinmedir, teslimiyettir…
Bu kadar hassas bir dil, etkisiz kalır ki kalıyor. Bu “resmi dil” üzerimize gelen şiddetli dalgayı tersine çevirmek bir yana, kırmaya bile yetmiyor ve akıntının dalgaları, her gün birimizin evladını elinden götürüyor…