Allah’ın adıyla
İnsanoğlu ne gariptir. Sözde, edebiyatta, nutukta üstüne yoktur. Ahkam kesmekte usta, önyargıları somutlaştırmada, mimlemekte, fişlemekte, istiflemekte, niyet okumada maharetli. Yine insan hakları ne ki hayvan hakları o da bir yana bir ağaç için kıyametler koparmakta nadide. Yani duyarlılık, endişe, hak, hukuk ancak o kadar olur! Hukuk devleti olmak ve eşitlik anayasalarının vazgeçilmezleri arasında birey olarak kimi sıkı mücahittir, kimi hızlı sosyalist, kimi eski kimi yeni yetme demokrat ...
Peki her şey toz pembeyse bu mevcut sorunlar neyin nesidir? Özelde ümmetin genelde insanlığın neresine el atılsa elde kalıyor. Bulaşıcı fitne her tarafı kasıp kavuruyor. Bireysel, toplumsal sorunların haddi hesabı yok. Herkes haklıysa haksız kim, herkes doğruysa eğri kim? Neden hata hep muhataplarda, neden insan kendini hep sütten çıkmış ak kaşık görür? İnsanın yapmaması gerekip de yaptığı, yapması gerekip de yapmadığı hiçbir şey yok mu? Bir durup kendimizi mercek altına almalıyız.
Nerde duruyoruz? Nereye/kime nerden ve nasıl bakıyoruz? Bunu bilmek ve görmek için neyin/kimin hakkında ne düşündüğümüz ve ne söylediğimize bakmamız bu hususta bize ipuçları verecektir. Nerden, kime, nasıl baktığımızla ilgili zihinsel kodlarımızı yoklamamız lazım. Duruşumuzun net olması, ilke ve ölçülerimizin olması gerektiğine amenna da bu ilke ve ölçülerin belki de en başta geleni adaletli bakış açısı ve adilena bir yaklaşım olması gerekmiyor mu? Toplum olarak kendimize toz kondurmadığımızdan zihinlerimizin savunma stratejisini uygulamaya başladığını da biliyorum. Fakat yeri gelmişken, bu yaklaşım ve eleştirilerim hiç kimseyi ama hiç kimseyi zan altında bırakmak için değil belki toplumun bir parçası olan nefsimi masaya yatırmak için olduğunu belirteyim. Tekrar konuya dönersek, iğneyi bile başkasına batırmadan önce çuvaldızı kendimize batırdığımızda bunu görmemek mümkün değildir. Unutmamamız gerekir ki gerek birey gerek hareket bazında insanın kusursuzluğa endekslenmesi başlı başına bir problemdir. Tabii ki temenni edilen ve ideal olan insanın veya toplulukların kamil olmasıdır; ama insanın veya bir topluluğun kamil olduğunu düşünmek sadece ütopiktir. Zira bir yerde insan varsa kusur vardır. Kusursuz dost arayan dostsuz, kusursuz hareket arayan hareketsiz kalır. Kusursuzluk, Allah’a hastır. Yani öyle veya böyle her hususta olabileceği gibi bu hususta da sıkıntılar, eksiklikler var; bu sıkıntı ve eksikliklerin olabileceğini bilen Allah, bizi bundan uyarmıştır.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletten ayrılmaya yöneltmesin. Adaletli davranın; bu takvaya daha yakındır...”(Maide-8) emri ilahisi esas alınarak sergilenecek yaklaşım Müslim/gayri Müslim herkese güven verecektir. Müşrik toplum içerisinde Peygamberi vazgeçilmez kılan, “emin” kılan şüphesiz bu yaklaşımdır.
Öyleyse Müslümanlar Kur’an’ın rehberliğinde Peygamberin rol modelliğinde insana odaklanmalıdır. Yapıcı, yatıştırıcı, düşündürücü, empati yapan, hikmetle hareket eden, adil yaklaşımıyla herkese güven veren, iletişimi en üst seviyede pozitif olarak kullanan bir ruhu tekrar tekrar kuşanmalıdır.
İslam’ı kendisine referans almayanlar da Müslüman olmamasına rağmen Gazze’de bir ev yıkımını önlemeye çalışırken, İsrailli bir buldozer tarafından ezilerek öldürülen, Amerikan vatandaşı Rachel Corrie’den çıkarılacak dersler vardır.
Netice, Farklı düşünebiliriz, farklı görebiliriz, fikir ve düşüncelerimiz birbirine yakın veya uzak olabilir. Bunun böyle olması birbirimizi tanımaya, birbirimizi anlamaya engel değil. Yeter ki zihnimizde birbirimizi anlamaya yardımcı olacak zihinsel koordinatlar belirleyelim. Yeter ki başkalarının aklıyla yol almayalım, başkalarının gözüyle bakmayalım, bizi biraz daha birbirinden uzaklaştıran zihinsel kodların, algıların farkına varalım. Yani kime/neye, nasıl, nerden bakacağımızı; kendimiz, ilkelerimiz dahilinde belirlemediğimiz müddetçe aramızdaki ayrılık çukurları biraz daha derinleşecek, kör düğümler çözülemeyecek, çıkmaz sokaklardan özgür olmayacak, labirentlerden selamete çıkamayacağız. Fokur fokur kaynayan fitne kazanlarından da kurtulamayacağız.
Madem öyle, muhatap kim olursa olsun, konuşulmaya değer, dinlenilmeye değer, tanınmaya değer olduğu bilinci oluşturulmalıdır. İnsan ortak paydasında hakaret etmeden, ötelemeden, küçük düşürmeden, itmeden, adil yaklaşımla en başta artıları gören bir iletişimin içerisine girilmesi elzemdir. Unutulmamalıdır ki kime/neye, nerden ve nasıl baktığını bilenler ve bunun koordinatlarını hak, adalet ve toplumsal selameti baz alarak kuranlar; fitneden, çatışmadan, kandan, düşmanlıktan, öfkeden azad olacak; hem de dünya ve ahirette kazanacaktır. Allah’a emanetsiniz.