Niçin ahiret?

Ahiret inancının olmadığı toplumlarda hak ve hukuk ihlalleri çok olur, haklar ancak kanun kuvvetiyle korunur.

İslam öncesinde Araplar, Allah’ın varlığına inandıkları halde ölümden sonra ikinci bir hayata yani ahirete inanmıyorlardı, peygamberliği reddetmelerinin sebeplerinden biri de buydu. Çünkü onların akıl yürütmesine göre ölümle beraber beden toprağa karışır, zaman içinde çürürdü. Bir daha bedeni meydana getiren unsurların bir araya gelip yenilenmesi (terkibi) mümkün değildi. Toprağa karışıp çürüdükten sonra bir daha bedenin terkibi mümkün olmadığına göre, onları dünyada yapıp ettiklerinden dolayı uyarıp korkutan bir elçinin (rasul veya nebi) görevlendirilmesi de gereksizdi, böyle bir şey mümkün değildi. Yüce Allah, bu iddiaya cevap olmak üzere, bir şeye olmasına karar verdiğinde sadece ona “Ol!“ demenin yeterli olduğunu belirtir. Varlık alemini ve ilk yaratılışıyla insanı yaratan Allah, ölümden sonra insanı da diriltmeye muktedirdir. Fakat “diriliş“i akli yönden açıklama konusunda ortaya çıkan zorluğun ötesinde, dirilişi ve ahireti inkar etmenin başka sebebi de var.

Ebu’l Aliye’den gelen bir habere göre, Bir müslümanın bir müşrikten alacağı vardı. Alacağını istediğinde –muhtemelen aralarında bir ihtilaf vuku bulduğundan- “-Ölümden sonra benim umduğum budur“ deyince, müşrik “Allah adına yemin ederim, Allah ölümden sonra kimseyi diriltmeyecektir“ demiş, bunun üzerine bu ayet inmiştir (Kurtubi).

Ahiret inancının olmadığı toplumlarda hak ve hukuk ihlalleri çok olur, haklar ancak kanun kuvvetiyle korunur. Bunun yaşadığımız gündelik hayatımızda sayısız örneklerine tanık olabiliyoruz. Hak ve hukuk ihlal edenleri ahireti inkar etmelerine sevkeden bazı sebepler var. Bunlardan biri dünyada yapıp ettiklerinin hesabını vermekten kaçınmalarıdır. Dünyevi siyasi iktidar, hukuk mevzuatı, sosyal ve ekonomik avantajlar, tevarüs edilen veya sonradan ortaya çıkan eşitsizlikler onların lehine işliyorsa, dünyada yapıp ettiklerinin sonuna kadar yanlarında kar kalmasını istemektedirler. Mekkeli müşrikler böyleydi ve Allah’ın varlığına inanıyor olmalarına rağmen ölümden sonra yapıp ettiklerinden dolayı sorguya çekilmek istemiyorlar, bu yüzden ahiretin varlığını inkar ediyorlardı. Üstelik bu iddialarını “Allah adına vargüçleriyle yemin ederek“ pekiştirmeye çalışıyorlardı: “Olanca yeminleriyle: "Öleni Allah diriltmez"diye yemin ettiler. Hayır; bu, O'nun üzerinde hak olan bir vaittir, ancak insanların çoğu bilmezler.“ (16/Nahl, 38.)

Paradoks şuydu ki, bir yandan Allah’ın varlığına inanıyorlardı diğer yandan Allah’ın yapıp ettiklerine karışmadığını, onları sorguya çekmek üzere öldükten sonra diriltmeyeceğini söylüyorlardı. Şanı yüce Allah, bu temelsiz iddiayı reddedip ölümden sonra dirilişi kendisi üzerine “hak olan bir vait“, yerine getirilecek kesin bir söz ve tahhüt olarak yazdığını, yani mutlaka onları dirilteceğini, bunda en ufak bir tereddüdün bulunmaması gerektiğini belirtmektedir.

Ölümden sonra diriliş ve ahiret hayatı gereklidir. Ahiret olmasaydı, başlamış dünya hayatının arkası gelmez, başlayan bir sürecin devamı olmazdı. Mantıksal bakımdan bu mümkün görünmemektedir. Ruh ölümsüzdür, dünyevi tabiatımızda içkin olarak bulunmakta olan ruhun ölümsüzlüğü dolayısıyla içimizde ölümsüzlük duygusu vardır. Hiç şüphesiz öleceğimizi, bedenimizin toprağa karışıp yok olacağını biliyoruz, ama yine de hiç ölmeyecekmişiz gibi ebedi duygular, beklentiler taşıyoruz ki, bu dünya ile başlayan bir hayatın devamı olduğunun apaçık göstergesidir.

Dahası sayısız konuda görüş ayrılığına düşeriz. Tarih boyunca varlık, insan, bilgi, hayatın anlamı, ahlaki normlar, davranışlarımızın değeri, politik sorunlar ve başka konularda olsun, ister farklı düşünce ekolleri ve sistemler ister farklı din müntesipleri arasında süren tartışma konularının, kesin bir sonuca bağlanması hakikatin ancak apaçık olarak ortaya çıkmasıyla mümkün olacaktır. İki kişinin bir duvarın arkasında gelen sesler ve gürültülerin mahiyetiyle ilgili tartışmaya girdiklerini ve bir türlü ortak bir kanaate varmadıklarını düşünelim, meseleyi açıklığa kavuşturmaknın yolu tartışmayı sürdürmek değil, duvarın arkasına geçip ne olup bittiğini çıplak gözle müşahade etmekten geçer. Hakikat dünyada sayısız perdelerle örtülmüştür. Bir sırrı çözeriz başka sır başlar. Varlık dünyası sır içinde sır vardır. Kesin olan şu ki, dünya hayatında hakikat bütün çıplaklığıyla bize kendini belli etmez, açığa vurmaz, onu hep aramakla meşgulüz ve esasında görevimiz de budur. Bu yüzden irfan ehli demiştir ki “Hakikat aranmakla bulunmaz, bulanlar arayanlardır.“ Hakikatin kendini apaçık olarak ifşa edeceği yer ahirettir. Hakikatin apaçık ortaya çıkması, süren sayısız ihtilafın da kesin çözüme kavuşması anlamına gelecektir.
Bir başka açıdan dünyada süren adaletsizliklerin mahza adaletle son bulacağı, hakkı gaspedilenlerin, ezilenlerin, dışlananların, baskı ve zulüm altında yaşayanların haklarını alacağı, yani tam adaletin tesis edileceği ahiretteki büyük mahkemedir (Mahkeme-i kübra).

Keza eksik kalmış taleplerin, yaşanmamış arzuların, karşılanmamış ihtiyaçların, giderilememiş özlem ve hasretlerin giderileceği; vuslatla sonuçlanmamış sevgi ve aşk acılarının; büyük ıstıraplar vermiş yoksunlukların ve yoksullukların son bulacağı yer de ahirettir.

Kısaca ahiret zaruridir ve eğer hakikaten Allah ve ahiret olmasaydı dünya hayatı gerçekten çekilemez olurdu. Kim kime güç yetirebilirse güç yetirir, kim neyi azami olarak lezzet ve haz olarak alabilirse salt lezzet ve hazzın, iştah ve şehvetin peşine takılır, toplumsal hayatın kendisi sorumsuz hayvanların yaşadığı ormana dönerdi.

Ahiret, onu yalanlayanların, inkarcıların utanç içinde olacakları yerdir, dirilecekleri zaman bunu acı bir biçimde bilip öğreneceklerdir. Bir hadiste, “insanoğlunun yüce Allah’ı iki konuda yalanladığı belirtilmektedir: Birinde diriliş ve ahiretin inkar etmek; diğerinde Hz. İsa’ya –haşa- Allah’ın oğlu sıfatını isnad etmek suretiyle“ (Buhari, Tefsir, 2, sure, 8, 112; Müsned, II, 317).
Diriliş ve ahiretin varlığı Allah için kolaydır. Zira O, bir şeye “Ol (Kün)!“ dedi mi, o da hemen oluverir, ilminde varolan şey murad edildiği anda varlık alanına çıkar. (Bkz. 36/Yasin, 82. ayetin açıklaması.)

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.