Tarih bir toplumun hafızasıdır. Bir insan için hafızanın değeri ne ise toplum için de tarihin kıymeti odur. İnsanın hafızası silindiğinde, insani vasfından geriye hiç bir şey kalmaz. Sadece hayvani kısmı kalabilir. Adeta robot haline getirilen hafızası silinmiş insanın boynuna tasma takılarak bazen affedersiniz köpek gibi saldırtılabilir, bazen de eşşek gibi kullanılabilir.
Bir toplumu sömürmek isteyenler, öncelikle o toplumun hafızasına format çekerler. Ondan sonra toplumu diledikleri gibi sevk ve idare etmeleri kolaylaşır. Osmanlı yıkıldıktan sonra savaşın galipleri tam da bunu yaptılar. Ümmetin hafızasını resetlediler. Bilgisayarı formatlanan kişi biraz zorlanarak da olsa sağdan soldan bilgi ve belge toplayarak yeniden yükleme yapabilir, kısmen hafızayı kurtarabilir. Ancak Gâvurun oğlu hafızayı sildikten sonra klavyeyi de parçalamış okuyamadığımız bilmediğimiz harflerden oluşan bir klavye koymuş önümüze. Sonra da bize yapmış olduğu bütün bu ihanetleri lütuf gibi sunmuş, kendisine minnet duymamızı beklemiştir. Bütün mukaddesatımızı yıkmış, harap etmiş ve devirmiş olduğundan bu devirmelerini bayram diye yutturmuştur. Bu nedenle şu an öğretilmekte olan resmi tarih, bir hocamızın ifadesi ile “%80’i yalan %20’si şüpheli” bilgilerden oluşmaktadır.
Bu bir hafıza kaybıdır ki zincirlere vurulmuş halimizin farkına varamıyoruz. Parçalanmış coğrafyamızın her parçası farklı tarihleri “bağımsızlığını kazanma günü” olarak bayramlarla kutlayabiliyor. Şimdi hangi parçada “İ’layı kelimetullah’ın yerine İ’layı lanettullah” almamıştır? Yani bu kâfirler ülkemizi işgale devam etmiş olsalardı, Allah korusun ülkelerimizde içki, kumar zina, fuhuş serbest olurdu. Allah(CC) taraftarı olmak, tesettüre riayet etmek vb. yasak olurdu, değil mi? Şimdi durum nasıl? Ama hocam, Cumhurbaşkanımızı, Başbakanımızı ve muhterem eşlerini görmüyor musunuz? Madem bağımsız değiliz neden İstiklal Marşı’nı okuyoruz diyenlere, merhum Erbakan Hoca’mızın deyimi ile “hadi oradan şapkalı Hüsnü” diyorum.
Bu hafıza kaybıdır ki çeyizlerini göndererek cihadımıza destek veren Afganlı bacılarımıza, kardeşlerimize karşı savaşan çağdaş haçlı ordusunda yer alıyoruz. NATO ittifakı içerisinde insansız hava araçları ile dünyanın muhtelif coğrafyalarında kardeşlerimizin düğün konvoylarına bombalar yağdırıyoruz. Gazze, Felluce, Mali’ye bombalar yağdırılırken “çok şükür üzerimize bomba yağmıyor ve biz kimsenin üzerine bomba yağdırmıyoruz” şeklinde şükredebiliyoruz. Böyle ahmakça bir ifade nasıl dua formatına sokulabilir ki? Bu bombalar, müminlerin ülkelerindeki hava üslerinden hava sahaları kullanılarak müminlerin üzerine yağdırılmıyor mu? Bu ifadenin şu hadisi şerifler karşısında bizim ya da üzerine bomba yağdırılanların “mümin” olduğunu şüpheli hale getirdiğini maalesef fark edemiyoruz. Efendimiz (SAV)““Müminler bir vücudun âzâları gibidir, birisi rahatsızlanınca diğer organlarda onun acısını taşırlar.” Mümin mümine karşı, parçaları birbirini bağlayıp tahkim eden bina gibidir, buyurdu ve (bu bağlılığı göstermek için Resul-i Ekrem) parmaklarını birbirinin arasına geçirip kenetledi.” (Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.) buyurmuştur.
Ümmetin Rehberleri yer yer hafızayı kurtarmayı başardılar. Şimdi hafızasını kurtaran parçalar diğer parçaların da kurtarılmasına çalışıyorlar. İşte hilal-haç savaşı hafızasını kurtaran ve İslami kimliğini kazananlar ile kâfirler arasında devam ediyor. İsrail, ABD, Fransa ya da NATO nereye ve kime saldırıyorsa orada İslami kimliğe dönüşün, narkozdan kurtulmanın emareleri vardır denilebilir.
Ayrıca denilebilir ki hafızası silinen kimsenin şer’i mükellefiyeti olamaz. Onları ne diye muhatap alıyoruz ki? Ancak ALZHEİMER hastaları dahi en azından anne baba ve kardeşlerini tanırlar. Kuşkusuz bahsini ettiğim NATO ve müttefiklerinin Müslüman mı, kâfir mi olduklarını ayırt edecek kadar temyiz kudretinden yoksun olanlar muhatabımız değildir.