Nübüvvet Nurunu Bağrında Taşıyan Kadın; Hz. Amine (r.anha)

Abdullah (r.a)`ın yokluğuyla kavrulan yüreği kendisine bahşedilen nurdan huzme ile sakinliğe bürünmüştü adeta. Abdullah (r.a), giderken Onu tamamen yalnız bırakmamış, Ona bir inci tanesi hediye etmişti. Âlemlere rahmet olacak bir evlat taşıyordu artık…

Mekke… Su damlası kadar aydınlık bir sabah! Tıpkı babalarının en şereflisinin doğumundaki heyecanı, sevinci, gururu yaşıyordu Mekke… Bu kez Zühre oğullarından Vehb’in konağındaydı telaş. Misafirlerle dolup taşmıştı konak. Çünkü Berre doğum sancılarındaydı. Ve sonunda beklenen gelmişti. Vehb’in evine nur yağmıştı. Vehb cahiliye Arapların su-i âdetini çiğneyerek kızı için ziyafet düzenlemişti. Böyle bir görüntüye alışık olmayan Mekke halkı taaccüple seyrediyordu olan biteni. Bilmiyorlardı ki o kız Fahri Kâinat’ın intikaline vesile olsun diye Rahman tarafından seçilmiş bir nurdur. Bilmiyorlardı ki âşık bütün ruhların titreyerek arzuladıkları göreve seçilen mücevherdi O…

Âmine (r.anha), 12 yıl çocuk hasreti ile yanan iki yüreğe serpilen su misaliydi… Âmine kendilerine verilen imtihana sabırla razı olan Vehb ve Berre’nin göz bebeğiydi…

Mekke’nin en güzel kızıydı Âmine (r.anha)… En iffetli, en temiz, en zeki kızı… O Tüm gençlerin ilgisini çekiyordu lakin onun ilgisini kimse çekmiyordu. Tüm saflığı ve hayâsıyla ruh arkadaşını bekliyordu adeta. İlahi kader onun ruh arkadaşını belirlemişti ve onu da tıpkı Âmine gibi nezih ve saf yaratmıştı. O kutlu kişi Abdulmuttalib oğlu Abdullah (r.a)’tı… Kalpleri birbirine ısındıran Allah (c.c), sürekli kendisiyle evlenmek isteyen kızlara yüz çeviren Abdullah (r.a)’ın kalbini ilk görüşte Âmine’ye ısındırmıştı. Abdullah temiz yüzlü, iffetli ve zeki… Âmine de bir o kadar güzel, hayâlı ve akıllı… Ve arzu edilen şey gerçekleşti. İki kutlu insan takdir-i ilahi’nin gölgesi altında hayatlarını birleştirmişti.

Kurulan bu nezih yuvada her şey çok güzel gidiyordu. Öyle bir aşkla bağlanmışlardı ki birbirlerine yeryüzü böyle bir sevdaya şahit olmamıştı henüz. Her şey böyle güzel giderken kader bu çifte ayrılığı yol seçmişti. Çünkü gelecek olan Habibine hayatı hazırlıyordu Rahman. Abdullah (r.a), göz bebeğini, incisini öylece bırakıp âlem-i ervah’a göçmüştü. Taze gelin dünya âleminde yalnız kalmıştı. Hassas ve duygusaldı Âmine (r.anha). Evliliği sıradan bir evlilik değildi. Acı haberi duyunca bir anda sanki aşkı yok olmuş, gönlü cendereler arasında eziliyormuş, etine asit dökülmüş gibi ıstırap duydu.

Âmine (r.anha), zeki olduğu kadar düşünceli idi aynı zamanda. Abdulmuttalib’i daha da üzmemek için “Ne yapalım baba takdir böyleymiş” diyerek hiçbir kadının gösteremeyeceği metaneti ve düşünceliliği göstermişti. Ama müthiş bir yanardağ patlıyordu yüreğinde. Âmine’de öyle bir ahlak vardı ki herkeste sadece saygı bırakıyordu. O tüm eşlere ve gelinlere model olacak örnek kadındır. Abdulmuttalib’in “Sen yeryüzünün en iyi huylu kadınısın ey Âmine” sözü onun nasıl bir gelin olduğunu anlamamız için yeterlidir sanırım.

Abdullah (r.a)’ın yokluğuyla kavrulan yüreği kendisine bahşedilen nurdan huzme ile sakinliğe bürünmüştü adeta. Abdullah (r.a), giderken Onu tamamen yalnız bırakmamış, Ona bir inci tanesi hediye etmişti. Âlemlere rahmet olacak bir evlat taşıyordu artık… Âmine kendisine hayat veren bu çocuk için hayatını feda etmeye hazırdı. Nitekim feda etti de... Arap adetlerinde dul kadınlar genç olsun yaşlı olsun eşlerinin ölümünden sonra evlenirlerdi. Ancak Hz. Âmine genç ve güzel bir dul olmasına rağmen evlenmemişti. Çünkü Hz. Abdulmuttalib’e olan saygısı, Hz. Abdullah’a olan sevgisi ve oğluna olan şefkati buna engel oluyordu.

Tüm Araplar gibi onlar da Muhammed (s.a.v)’i sütanneye vermişti. Oğlunun sütannede kaldığı her an Âmine için işkence gibi geliyordu. Yine de takdire razı olarak sabırla bekliyordu. Nihayetinde dört yılın sonunda oğluna kavuşmuştu Âmine. Olabildiğince şefkat ve muhabbetiyle nur yavrusunu sarmaya çalışıyor, Ona yetim oluşunu hissettirmemeye gayret ediyordu. Bu nur çocuk Mekke’deki evin ışığı, neşesi, sevinci, bereketi, gülü, her şeyiydi. O, sadece annesine karşı değil çevresindeki herkese karşı yardımsever ve hürmetkârdı. Temiz ve tevazu sahibiydi. Âmine bu nur tanesinin güzelliklerini gördükçe içi içine sığmıyor ve Abdullah’ın ardında bıraktığı bu güzelliği seyretmeye doyamıyordu.

Kâinatın Efendisi altı yaşında! Bu sırada Amine’nin içine Medine’yi ziyaret arzusu doğdu. Maksadı dayıları olan Neccaroğulları’nı görmek ve orda medfun bulunan bahtiyar kocasını ziyaret etmekti. Bu arzusunu Abdulmuttalib’in de onayını aldıktan sonra gerçekleştirmeye koyuldu. Cariyesi Ümmü Eymen ve oğlu ile birlikte Medine’ye doğru yola koyulmuşlardı. Âmine (r.anha), şen ve neşeli olmak yerine hüzün doluydu. Sanki bir daha bu mukaddes beldeye geri dönemeyecek, saadet güneşinin doğuşuna sahne olan eve kavuşamayacakmış gibi tekrar tekrar dönüp Mekke’ye bakıyordu. Bu düşüncelerle Medine’ye varılmıştı. Âmine (r.anha), bahtiyar eşinin mezarı başında gözyaşlarıyla yıkılıvermişti. Gözyaşlarıyla toprağı suluyordu adeta. Kâinatın Efendisi ilk defa o mezar başında yetimliğini hissetmişti.

Medine’de günler geçiyordu. Nur tanesi çocuğu gören Yahudiler onu bir süre inceledikten sonra beklenen peygamberin özelliklerini onda fark ediyorlardı. Âmine (r.anha) sürekli incelemeleri fark etmiş ve şüphelenmeye başlamıştı. Nur tanesine zarar gelir endişesiyle Mekke’ye dönmeye karar verdi.

Tekrar Mekke’ye doğru yola çıkmışlardı. Ebva Köyü’ne varıldığı zaman Hz. Âmine’yi hastalık yakalamıştı. Takdir-i ilahi bu hastalıkla Onun da dünyadaki görevinin son bulduğunu haber veriyordu. Kendisine verilen görevi yerine getirmiş olarak gözlerini yummuştu Âmine (r.anha). Âlemlerin Efendisi (s.a.v) annesine doyamadan, bu küçük yaşta ondan ayrılmış, acıların en çetinini tatmıştı. Kâinatın nuru artık hem yetim hem de öksüz kalmıştı. O mübarek anneyi, iffetli ve asil bedeni Ümmü Eymen ve çevresindekiler Ebva’da defnettiler. Ümmü Eymen orada kalamayarak hemen Muhammed (a.s)’i de alıp oradan ayrıldı. Âlemlerin Efendisi’nin boynu bükük, yüreği buruk… Annesinden geriye yalnız şu sözler kalmıştı kulaklarında:

“Her diri ölür…
Her yeni eskir…
Her yaşlı göçer…
Ben de öleceğim!
Fakat senin gibi,
Temiz bir evlat bırakacağım için…
Adım asla ölmeyecek!”

Rüveyda Önen / Nisanur Dergisi - Nisan 2012

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri

2024 siyer yarışması soru ve cevapları
2023 siyer yarışması soru ve cevapları
Siyer Yarışması kayıtları 100 binlere ulaştı
Nisanur dergisi ağustos sayısı, "Siyaset, Müslüman ve Kadın" başlığıyla çıktı
İnzar dergisi ağustos sayısında "Sapma" konusunu işledi