Farklı dönemlerde ortaya çıkan yeni savaş teknikleri, kurulu askeri güç denklemlerini alt üst etmektedir.
Tüm dünyada “Efsaneleşen” Amerikan deniz piyadeleri öncülüğündeki fiili işgal girişimleri, Afganistan’dan sonra Irak işgalinde sergilenen direniş, işgallerin anası Amerikalılar için artık bir fobi halini aldı. Her uyuşmazlığa “İşgal” sopası göstererek ülkeleri hizaya getiren Amerika için bu kural artık deforme olmuş durumdadır.
Askeri güç denklemi içerisinde karadan işgalin öncüsü sayılan etkili hava gücüne dayalı saldırı tekniği de artık can çekişiyor. Kapsamlı hava saldırılarının en büyük özelliği büyük oranda yıkıcı sonuçları olmasının yanı sıra karşılıksız kalmasıydı. Çünkü hava saldırılarına maruz kalan ülkeler, ne cesaret ne de karşılık verebilecek bir kapasiteleri bulunmaktaydı.
İşgallere karşı direniş imkan meselesi olduğu kadar biraz da “kültür” meselesidir aslında. Ne yazık ki uzun bir süre İslam coğrafyası bu kültürden yoksun yaşadı. Bu dönemde İslam dünyasının kalbi sayılan coğrafya her ne kadar kanlı bunalımlar içerisinde can çekişse de, buna sebep olan işgalciler ve bölgedeki piyonları da artık eskisi gibi rahat değiller.
Bölgede Amerikan gücüne karşı giderek kök salan başkaldırı kültürü, Amerikalılara birçok alanda geri adım attırdığı gibi, Amerikan mandasının gölgesinde zevk-u sefa sürdüren yerli işbirlikçilerini de büyük oranda tedirgin etmektedir. Nitekim Amerika’nın bölgedeki en büyük operasyonel hava üssünün bulunduğu Katar’daki “Hava Komuta Merkezi”ni buradan alarak kendi topraklarına taşıma kararı, yaşadıkları tedirginliğin vardığı boyutları göstermektedir.
Bölgede konuşlandırdığı devasa askeri güçleriyle Körfez’i, Körfez’den geçen petrol trafiğini ve civar ülkelerdeki petrol rezerv ve işletmeciliğini kontrol eden Amerika, nükleer teknoloji, uzun menzilli füzeler ve savunma sistemlerinin bölge ülkelerince temin edilmemesi konusunda fazlasıyla küstah politikalar yürüttü. S-400 tedariki konusunda Türkiye ile yaşadığı problemler henüz yeni olsa da nükleer teknoloji üzerinden İran’a karşı yürüttüğü düşmanca politikalar, kendi oluşturduğu askeri güç denkleminin zedelenmesinin önüne geçme gayesinin sonucudur. Nükleer silah bahanesiyle Irak’ı işgal etmesini de buna eklemek mümkündür.
Uzun zaman boyunca nükleer ve gelişmiş savunma sistemlerini önleme üzerine dayatmalarda bulunurken Katar’daki komuta merkezini taşıma kararının alınmasında ucuz olduğu kadar basite de kaçan İHA-SİHA teknolojisinin etkili olması, tarihin ironisi olsa gerek. Sözde “İran tehlikesi”ne karşı en gelişmiş silahlarının yanı sıra seçkin askerlerini bölgeye yığmış, irili ufaklı krallıkları birer askeri üsse çevirmiş, mümkün olabilecek her türlü ambargoyu sürdürmeye devam eden Amerika, kim nereden bilebilirdi ki son beş yıldır aralıksız bombardımanlarla harabeye çevirdikleri Yemen’in basit usül dronlarından dolayı bu denli paniğe kapılıp komuta merkezini atlantik ötesine taşımaya karar verecek?
Suudiler, ARAMCO saldırısını uluslar arası finans ve enerji krizi şeklinde dünyaya pazarlayarak geniş katılımlı bir savaş koalisyonu için batı başkentlerinde “Dua”ya çıkarken, Amerikalıların milyar dolarlar karşılığında kurdukları sofistike silahların kontrolü için üç beş “Uzman” göndermekle yetinip “Başınızın çaresine bakın” mesajı vermesi, değişen güç ve muhtemel yeni askeri denklemlerin yeni habercisidir.
Nükleer ve balistik füze tehditlerine karşı daima teyakkuzda bulunan küresel güç, son dönemde sağda solda efsane haline gelen basit usül SİHA’lara karşı bölge çapında mantar gibi türemiş askeri garnizonlarını koruyamama telaşına kapılmış durumdadır.
Bölgede Müslümanlar arasında var olan çatışma kültürü için henüz ufukta moral verici bir gelişme oluşmamış olsa da, küresel güç ve piyonlarının korkuyla beraber savunma pozisyonuna geçiş yapmış olmaları yine de sevindiricidir.
Amerika, üslerinin güvenliğini sağlama derdinde.
Amerika ile kader birliği etmiş entrikacı saraylar tahtlarının derdinde.
Bölge geneli bir direniş kültürü etkinliğini giderek artırmaktadır.
Komuta merkezinin taşınması kararı, korkak krallıklarda “Amerika bölgeden çekiliyor mu?” endişelerinin tartışılmasına yol açmıştır.
Dünün pervasız saldırganları, işgalcileri, talancıları artık savunma konumuna gerilemişlerdir.
Belki tekrar olacak ama, bu tür durumlarda siyonist rejim ve katil şeflerinin haleti ruhiyelerini merak etmemek mümkün değil.
Risksiz ama etkili SİHA dönemi… Negev çölündeki nükleer tesisler… Hayfa’daki amonyak tesisleri… Ve bu hedeflere yönelik açık tehditler!
Gerçekten de haleti ruhiyelerini merak etmemek elde değil.