Musul'da Nûreddin Mahmud Zengî tarafından Hicrî 566, Miladî 1171'de inşası başlatılan Nûrî Camisi, Türkiye'nin Irak sahasında sahiplenebileceği simge eserlerdendir.
Cami, 2017'de DAEŞ tarafında yıkıldı veya yıkımı, DAEŞ'e yıkıldı; DAEŞ de yalanlama gereği duymadı.
Bugünlerde o simge cami ile ilgili bir gelişme var. Cami, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) 50,4 milyon dolar finansmanıyla yeniden inşa ediliyor.
Siyasi gelişmelerde simgeler önemlidir. Özellikle basit Amerikan aklı, Yahudilerin kendini simgelerle ifade tarzına epey düşkündür: Bir simge DAEŞ'e yıktırılıyor; BAE'ye yaptırılıyor.
Arap Yarımadası'nda birkaç yıldır yaşanan gelişmeleri bunun üzerinden okuyabilirsiniz. Bölge önce farklı örgütlenmeler üzerinden yıkıldı ve şimdi “vekiller” üzerinden yeniden yapılandırılıyor. Ancak bu gelişmelere rağmen, bölge ile ilgili II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşmuş denklem de değişmiyor.
ABD Başkanı Trump'ın Suriye'den çekilme açıklaması hayretle karşılandı. Oysa hayret edilecek bir durum yok.
Gerek SDAM analizlerinde gerek bu sayfada sıklıkla ifade edildiği üzere Trump'ın dayandığı düşünsel arka plan hâkim unsurlarla çalışmayı, azınlıklara tercih ediyor. Bununla birlikte azınlıkları elden kaçırmamayı de önemsiyor.
II. Dünya Savaşı sonrasında Arap Yarımadası'nda Suriye sahası Batı'nın çıkarları korunmakla birlikte Rusya'nın; yarımadanın diğer kısımları ise ABD ve İngiltere'nin etki alanına kaldı. Suriye'de Lübnan'la birlikte Fransa için de bir alan oluşturuldu. Malum olduğu üzere Filistin ise Yahudilere verildi.
O günden bugüne önce İhvan-ı Müslimin hareketi hesapları bozdu, sonra İran unsuru ortaya çıktı ve nihayetinde 2000'li yıllarda Türkiye, yeniden bölgeye açıldı.
II. Dünya Savaşı'nın kazananları, bütün oyun kurma imkânları ile İhvan'ın bölgedeki etkisini azaltmaya çalıştılar. İhvan'a karşı Mısır ve BAAS üzerinden ulusalcı sosyalizmi; Suudi üzerinden Selefçiliği sahaya sürdüler.
İran; Irak BAAS'ı üzerinden engellendi ancak Obama döneminin azınlıkları güçlendirme planıyla beslendi, sahasını genişletti. Türkiye ise İhvan'la iyi bağlar kurarak Osmanlı sonrasında bölgede yeniden var olma yoluna gitti.
Gelinen noktada, Trump ve dolayısıyla ABD, bölgede oluşturulan kaosun ardından Suudi ve BAE üzerinden bölgede varlığını pekiştirmiş görünüyor. ABD, olanaklarına daha önce Sovyetlerin etkisinde olan Irak'ta YNK, Türkiye, Suriye ve İran sahasında ise PKK gibi yapıları da eklemiş durumda.
ABD, Obama döneminde elde ettiği bu avantajla eski sahasını koruyor; “laik kalması” konusunda anlayış birliği içinde olduğu Suriye'nin Rusya etki sahasında kalmasına razı oluyor. Türkiye'yi şu veya bu şekilde Arap Yarımadası'nın dışında tutmuş oluyor ama büyük çıkarlar söz konusu olduğunda PYD'ye de tercih ediyor. ABD'nin mevcut tavrından en dezavantajlı çıkan ise Obama dönemi azınlık politikalarının kârlı ülkesi İran oluyor. Hakim unsur Arapların kendisine tercih edildiği İran; PYD örneğinde olduğu gibi kazanımlar elde etse de dışlanan güç konumuna düşüyor.
Gerek PYD gerek İran örneğine bakıldığında, İslam dünyasında azınlıkların alacağı büyük bir ders var. Uluslar arası güçler, gerek etnik gerek mezhepsel bağlamda, azınlıkların itiraz ve taleplerinden yararlanıyor ama nihayetinde hâkim unsurları tercih ediyor.
Öte yandan şunu bir daha bilmek gerekir ki ABD ve Rusya'nın üzerinde anlaştığı bu hâl, asla son hâl değildir. Zira İslam dünyası I. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi II. Dünya Savaşı sonrasında da kendisine giydirilen gömleği kabullenmiyor ve eninde sonunda bu gömleği yırtıp atacaktır.