بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Geçen sayıdan devam…
“Sonra, başkasının tekâsülünden (tembelliğinden) görenek fırsat bulup ve hücum edip belini kırar.”
Sonra başkasının tembelliğinden görenek fırsat bulup ve hücum edip gayret ve azminizin belini kırmaya çalışır. Yani insan gayrete gelip bir mücadeleye kalktığında, destekçileri varsa azmi güçlenip gayreti coşar. Fakat aksi olup destekçilerini kaybedince, etrafındaki insanlardan tembellik ve gayretsizliği fark edince o gayret ve azmin beli kırılır. Ve ona “Bana ne olmuş, bu iş bana mı kalmış, başkaları gayretsizliği kabul ediyorsa ben tek başıma ne yapabilirim?” dedirtir. Böylece mücadeleyi bırakıp kenara çekilir. Zaten zalimlerin ve zulmün ömrünü uzatan bu tip duygulardır.
“Siz de عَلَى اللّهِ (لاَ غَيْرِهِ) فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ Olan hısn−ı hasini (sağlam kaleyi) himmet melce (sığınma) ediniz.”
“Tevekkül etmek isteyenler sadece Allah’a tevekkül etsinler”[1] şeklindeki kudsi fermanı, sağlam bir kale mesabesindeki bu ayeti himmet ve gayrete melce yapıp ona sığının.
Hak mücadelesi verenler Allah’ın emirleri doğrultusunda mücadele ettikleri gibi sadece O’na dayanmalıdırlar. Allah’a dayananlar gayret, irade ve azimlerinde med−cezir yaşamazlar. Belki gittikçe med (açılma) ve artma yaşarlar.
Çünkü Allah Teala’nın esma−ı hüsnasında değişiklik olmadığı gibi kendisi uğrunda mücadele edenlere yaptığı va’dinde de hulf (dönme) etmez. İmtihan için bir müddet gecikse de mutlaka yerine getirir ve hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmaz.
Ayrıca Allah Teala’ya tevekkül ederek mücadele edenler, mücadelelerinde istikametten kolayca sapmazlar. Hakkın istikametinden sapmamaları da onları hızlı bir şekilde zafere yakınlaştırır. İnsanlara dayanıp tevekkül edenler ise çok kolay bir şekilde sapabilirler ve saptıkça da hedeften uzaklaşırlar. Çünkü Allah’ın yardımını kaybederler.
“Sonra da acz ve nefsin itimatsızlığından neş’et eden tefviz ve işi birbirine bırakmak olan düşman−ı gaddar gelir, himmetin elini tutup oturtturur.”
Sonra da acziyetten ve etrafındakilere güvenmemekten doğan işi birbirine bırakma olan (ki, bu en acımasız düşmandır) gelir, himmetin elini tutup oturtmaya çalışır.
İşi birbirine havale etme ahlakı bir tür nefsi hastalık olup acımasız bir düşman gibi tehlikelidir. Henüz mücadelenin başında iken kişinin hem kendi kabiliyetlerine hem de arkadaşlarına güveni tamdır. Hemen her işte öne atılıp tam bir fedakârlık ve samimiyetle ‘Bu işi ben yapayım’ der ve hiçbir görevden kaçmaz. Bunu yaparken de müzahemetsizce, arkadaşıyla beraber o görevi üstlenmek ister.
Fakat mücadele ilerleyip değişik sebeplerle birçok saha ve işte başarısızlık vuku bulduğunda bunun nedenini arkadaşlarında arayıp onlarda da beklemediği bazı menfi durumları gördükçe hem kendi kabiliyetlerine ve hem de arkadaşlarına karşı itimadı ve güveni kırılır, yavaş yavaş fedakârlıktan kaçmaya çalışır ve işi başkalarına havale etmeye kalkar. Bu durum ise gayret ve himmetin sonu olup düşmana karşı mağlubiyetin başıdır.
“Siz de لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَااهْتَدَيْتُمْ olan hakikat−ı şahika (yüksek hakikat) üzerine çıkarınız. Ta o düşmanın eli o himmetin dâmenine (eteğine) yetişmesin.”
“Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar veremez”[2] mealindeki ayetin yüksek hakikatini düstur edinip üzerinize düşen vazifeyi başkasının yapmasını beklemeden ona sahip çıkınız ve yapınız. Kişi, üzerine düşenden mesuldür. Yoksa işi iyi gittiği zaman bunu kendi kabiliyet ve becerikliliğine verip kötü gittiği zaman da suçu arkadaşlarına atıp “Onların beceriksizliğinden böyle oluyor” veya kendi kabiliyetsizliğine mal edip “Ben bir şeye yaramıyorum, beceriksiz biriyim” demesi mağlubiyete davetiyedir.
Oysa bir davetçi başarının Allah’ın (cc) bir yardımı, başarısızlığın da ondan gelen bir ikaz bilmeli; bu yolla Allah’ın ona “Sen başarılı olduğun zaman kendi becerilerinle değil, belki benim yardımımla başarıyordun ve şimdi kaybetmen de başkasından veya kabiliyetsizliğinden değildir. Belki kendimi sana tanıtmak, yüzünü kendime çevirmek ve seni himmet ve istikamete getirmek için senden yardım elimi çektim ve bundan dolayı sen başarısız oldun” ihtarında bulunduğunu anlamalı ve istikamet ve hidayet üzerine olduğu müddetçe yani her başarıyı Allah’tan bilip başarısızlığın da istikamete gelmek için bir ihtar olduğuna itikat ettiği müddetçe hiçbir şeyin ona zarar vermeyeceğini bilmelidir.
İşte insan bu ayete inandığı ve kalben ona sarıldığı zaman ne kendi kabiliyetlerini hiçe sayıp umutsuzluğa düşer, ne etrafındaki insanların menfilikleri onu etkiler, ne de bu durum gayretsizliğe düşürüp oturtabilecek bir engel olur.
Sonra Allah’ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder.
Allah−u Teala’nın vazifesine karışmaktan daha büyük bir hastalık yoktur. Nasıl ki dinsizlikten daha büyük bir günah yoksa bu hastalıktan da büyük bir hastalık yoktur. Çünkü bu hastalığa yakalanan bir insan, Allah tarafından ona yüklenmiş vazifeleri ve kulluğunun gereğini yerine getirmek yerine hep Allah’ın vazifesine karışır, kendi vazifelerini unutur, sanki Allah’a (hâşâ) hep yol gösterir ve ona amirlik eder gibi; “Allah şöyle yapsaydı güzel olurdu” der. Hatta bazen haddini fazlaca aşar ve “Allah niye şöyle yapmıyor?” Gibi laflar sarf eder duruma düşer. Bu haddini bilmezlik ve şımarmışlık, himmetin yüzüne şiddetli tokatlar vurur gibi onu sersemleştirir, gözünü kör eder ve sahibini hayat mücadelesinin dışına atar.
Siz de اِسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ ve وَلاتَتَأَمَّرْ عَلَى سَيِّدِكَ olan kâr-aşina ve vazifeşinas olan hakikati gönderiniz. Ta onun haddini bildirsin.
Siz de, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”[3] ve “Efendine amirlik taslama” manasında olan hakikatler düstur edininiz.
İnsan, emirinin, efendisinin masum olmayışından ötürü ona itaatinde tereddüt etse veya işine müdahale etse, bu durum −belki− normal karşılanabilir. Çünkü insan, nihayet insan olup hatadan münezzeh değildir. Buna karşılık insanın amiri, efendisi bütün esma−ı hüsnânın sahibi ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah−u Teala olunca mutlak teslimiyetten başkası insana yakışmaz. En ufak bir müdahale ve itiraz bile hürmetsizlik ve haddini aşmadır. Çünkü bütün hataların kaynağı olan bir varlık, bütün güzel isim ve kâmil sıfatlara malik olan bir zata itiraz etme hakkına sahip değildir.
Allah−u Teala’dan gelen emirler mutlak doğru ve insanın faydasına olduğu için insanın en büyük gayesi onlara harfiyyen uyup Allah−u Teala’nın azametine karşı nihayet bir tevazu ile verilen vazifeleri ifa etmek, O’nun takdir ettiği her şeye rıza gösterip O’ndan hayır beklemek olmalıdır.
İşte şuura sahip olan bir insan haddini aşıp Allah’ın işine karışmaz, yapabildiği ve yapmaya mecbur olduğu vazifesini unutmaz.
Tarih boyunca hayat mücadelesinde galip gelenler de hep böyleleri olmuştur.
Sonra umum meşakkatin (zorlukların, sıkıntıların) anası ve umum rezaletin yuvası olan meylü’r−rahat (rahat yaşama meyli) gelir. Himmeti kaybeder, zindan−ı sefalete atar.
Tecrübelerle sabittir ki hareket belli safhaları katedip başarı kazandıktan sonra insanda rahata meyletme ve rehavete kapılma hastalığı baş gösterip ona musallat oluvermektedir. Bu durum davetçinin gayret ve himmetinin açılıma en müsaid olduğu anda onları bağlayıp verimsiz hale getirir. Hatta o güne kadar elde ettiği kazanım ve zaferleri boşa götürecek bir tehlike bile söz konusu olabilecektir.
Siz de, لَيْسَ لِلإِْ نْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”[4] olan mücahid−i âlicenabı (yüksek himmetli mücahidi) cellad−ı sahhara (sihirbaz cellâda) gönderiniz.
Nasıl ki bir sihirbaz sihir çemberine aldığı kişiyi tabii hareket etmekten menedip kontrolüne alıyorsa; rahatlığa meyletme ve rehavete kapılma hastalığı da davetçinin himmetini kayıt altına alıp onu verimsizleştiriyor.
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Evet, size meşakatte büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyiç (hareketli) olan insanın rahatı yalnız sa’y (çalışma) ve cidaldedir.
Rahata kapılma ve meyletmenin bir dava için ne kadar tehlikeli, çalışma ile gayretin de ne kadar faydalı ve bereketli olduğu malumunuz olmakla birlikte bu konu ile ilgili ciltler yazılsa yerindedir. Makam darlığından bu kadarı ile yetiniyoruz…
Allah’a emanet olun…
İnzar Dergisi
[1] İbrahim süresi: 12
[2] Maide süresi: 105
[3] Hud:112
[4] Necm: 39