Allah’ın adıyla
Dünya, bir koşuşturmaca içindedir. Dünyaya endeksli hesapların, planların bini bir para...
Dönüp bakın hele, insanların, insanlığın haline.
Menfaat, çıkar döngüsüyle beraber serkeş, sarhoş dönenler; sadece hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya hamallık edenler…
Bu dünya için yaratılmışçasına tüm ömrünü, vaktini dünyaya vakfedenler…
Dünya hayatı için ebedi hayatın hazırlığını yarına, yarının da yarınına erteleyerek, öteleyerek ebedi hayatını heba edenler…
Koltuk sevdasıyla önce milletin sonra da koltuğun etrafında dönenler...
“Halktanız”, “halkçıyız”, “halkın sesi ve sahibiyiz” deyip, halkla –halkın diniyle, değerleriyle- savaşanlar…
İşleri güçleri, siyasetleri, hayatları yalan dolan olanlar…
“Halkın tüm sorunlarını biz çözeriz”, “Başörtüsü yasağının mağduruyuz, başörtüsünü biz azad ederiz” ve benzeri nutukları meydanlarda çekip salonlarda ve koltuklarda derinlerin korkusundan iki ileri bir geri gidenler…
İnsan hakları, cezaların şahsiliği edebiyatını yaparken mahkûmları ailelerinin ikamet yerlerinden yüzlerce kilometre uzaklıktaki cezaevlerine sürerek mahkûmlarla beraber tüm aileyi cezalandıranlar…
Siyonizme, emperyalizme el pençe duranlar…
Bin bir hile ve dolap, kan ve zulüm üzerine kurdukları iktidarları için insanlarına kıyanlar…
Bunlarla beraber başta nefsim! Yeter artık!
Acaba! Ölümden ahretten haberiniz yok mu?
En büyük ayetlerden, mesajlardan, uyarıcılardan biri olan ölüm sizin, yakınlarınızın, komşularınızın kapısını hiç çalmaz mı? Çalmaz olur mu?
‘Şüphesiz her nefs ölümü tadıcıdır” ayetinin teorisinden ve pratiğinden bihaber misiniz?
Ölümün hakikatine kör kesilenler, bu hakikati bilmezlikten, görmemezlikten gelenler! Canı boğaza dayananı hiç mi görmüyor musunuz?
Her canı boğaza dayanıp da bu fani dünyadan el çekip giden, baki hayatın birer elçisidir.
O’nun için hayatınızın merkezinde ne var bir ona bakın. Gayeniz ne? Hayatınızı neye endekslemişsiniz, ölümüne ne için çalışıyorsunuz? Çabanız, gayretiniz Allah için mi yoksa yalan dünya için mi?
Bunların hesabını vermeyeceğinizi, bundan hesaba çekilmeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Zerre miktarı ne bir iyiliği ne bir kötülüğü zayi etmeyen mutlak adalet sahibine hesap vermekten kaçabilir misiniz?
O’nun adaletinden kaçış yok, O’nun adaletinde iltimas yok; adam kayırma yok. O’nun adaletinde rüşvet geçersiz akçedir; mal makam, aşiret ve soy sop etkisiz elemandır.
Hesap günü, peşlerine düştüğünüz seroklarınız, atalarınız ne kendilerini kurtarabilirler ne de sizi… Dünyadaki malınız, makamlarınız ve takipçileriniz de ancak hesabınızı ağırlaştıracak. O günün geçerli tek akçesi, iyi amel olacak.
Madem öyle; meşrebimiz, mezhebimiz, partimiz, fikrimiz, zikrimiz ne olursa olsun. O gün gelmeden kendimize gelelim, başımızı iki elimizin arasına alıp hesabımızı kitabımızı yapalım. Bu dünyanın kimseye yar olmadığını ve kimseye yar olmayacağını, dünya malından kabre götürülenin ancak bir metre bez olduğunu hatırlayalım.
Ölüm kapıya dayandığında “ah vah” etmemek için ahiret hazırlığını ertelemekle ölümü erteleyemediğimizin farkına varalım.
Dönmenin, caymanın haysiyetsizlerin işi; Sözünde durmanın, şeref olduğu bilinciyle başta “Kalu Bela”da Rabbimize verdiğimiz ahde sadakat yolunda elimizden geleni yapalım. “Bela” sözünün rehberliğinde milletimize, toplumumuza verdiğimiz sözler için tekrar yeniden kolları sıvayalım. Bizi yarın kurtaracak, bize kol kanat olacak iyiliklerin peşine, hayır ve hasenatların derdine düşelim.
Gözlerin kamaştığı, ayın karanlığa gömüldüğü, güneşin ve ayın bir araya getirildiği zaman gelmeden ve insanın “eynel mefer” “kaçış nereye?” Kıyamet (7–10) diyeceği gün gelmeden Allah’a kaçanlara, koşanlara; ne mutlu!
Bu arada Kur’an ayı olan on bir ayın sultanı Ramazanınız da mübarek olsun. Selametle kalınız.