“O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: ‘Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik’ diyeceklerdir.
Ve: ‘Rabbimiz! Gerçekten biz, reislerimize ve büyüklerimize uyduk da (onlar) bizi (hak) yoldan saptırdılar’ diyeceklerdir.
‘Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve onlara büyük bir lanetle lanet et!”[1]
“Onlar orada şöyle feryat ederler: ‘Rabbimiz! Bizi (bu cehennemden) çıkar ki (dünyada) işlemekte olduğumuzdan (günahlardan) başka salih bir amel işleyelim!’ (Onlara) ‘Sizi, ibret alacak bir kimsenin, kendisinde ibret alacağı (bir süre) kadar yaşatmadık mı? Size (bugünün dehşetinden haber veren) korkutucu da geldi. Öyle ise tadın (azabı)! Artık zalimler için hiçbir yardımcı yoktur’ (denilir)”[2]
Cenab−ı Allah, mahşer günü insanları sorgulayacağı; herkesin müspet−menfi amellerini, güzelliklerini, olumsuzluklarını, ifa ettiklerini, ihmal ettiklerini gösterip günah ve haramlardan, menfilik ve olumsuzluklardan, ihmalkârlıklardan hesap soracağı ve kötü amellere karşılık gelen cezayı vereceği zaman insanlar birtakım itiraz ve isteklerde bulunur ve “Bilmiyorduk, görmemiştik, duymamıştık, kandırıldık, aldatıldık. Bizi dünyaya bir daha gönder de istediğin şekilde hareket edelim” derler.
Cenab−ı Mevlâ, kuşatıcı ilmiyle tüm bu itiraz ve isteklerin olacağını da bildiğinden buluğ çağından başlayıp ölene dek süren sorumlulukları, emrolunanları ifa edip nehyolunanlardan sakınmanın ne şekilde olacağını, hangi durumlarda nasıl tepkiler gösterileceğini Yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberi (sav)’nin uygulamaları ile ortaya koymuştur.
Geçmişten günümüze Rabbimizin koyduğu bu sünnet çerçevesinde hareket edenler her iki cihanda da ‘said’ olmuşlardır. Sonradan gelen bizlere düşen de onların yaptığından başka bir şey değildir. Aksi bir durum −Allah muhafaza− hüsrana sebebiyet verecektir.
Şunu iyi bilmeliyiz ki, Müslümanları sömürüp onlara tahakkümde bulunan; Müslümanların mallarına, canlarına, dinlerine el uzatan, geleceklerini de ipotek altına almak için plan−program ve oyun tezgâhlayan ve yaptıklarını gizleme ihtiyacını bile hissetmeyip bunu söylemlerinde açıkça dile getiren şeytani güçlerin ve avanesinin, gerçek yüzlerini gösterip İslam ve Müslümanlar aleyhinde yaptığı tahribat karşısında duyarsız kalıp vurdumduymazca davrananların kıyamet günü “Bilmiyordum, görmedim, duymadım, aldatıldım” gibi mazeretleri geçerli olmayacaktır.
Buna binaen, inançları gereğince hareket edip bu uğurda başa gelen tüm musibetlere katlanarak çile çeken duyarlı Müslümanlara büyük görevler düşmektedir. Bu duyarlı Müslümanların kimisi bu uğurda Rabbine gitti, kimisi yaralandı, kimi mahkûm ve muhacir oldu, kimi okulundan, kimi de makam ve mevkiinden oldu. Kuşkusuz bu fedakârlıklar halen de devam etmektedir ve kıyamete değin de devam edecektir. Rabbimiz tüm bu yapılanların mükâfatını ahirette ve İnşaallah dünyada verecektir.
Bu noktadan hareketle duyarlı Müslümanların çok çalışması gerekmektedir. Zira Cenab−ı Allah, toplumdaki bu denli duyarsız insanın aksine bu müminlere İslami şuur vermiş, bu zulumatlı gaflet içinde kulluk görevlerini nasıl ifa edecekleri bilinciyle onları donatmış, çirkeflikler içinde bocalayıp boğulan bunca insana rağmen çirkinliklerden ve çirkefliklere götüren sebep ve oyunlardan korunmayı öğretmiştir.
Dolayısıyla şuurlu ve duyarlı Müslümanlar olarak, dünyada zillete düşenlerden, ahirette hüsrana uğrayanlardan, haşir meydanına yüzüstü gidenlerden, katrandan elbise giyenlerden, ateşten yorgan sahiplerinden, içeceği kan ve irin olanlardan olmamak için Allah’a, Peygamber (sav)’e, kendimize, ailemize ve Müslümanlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeli, bu görevi ifa ederken de Kur’an’ın, sünnetin, Kur’an ve sünneti Hz. Peygamber (sav)’in uygulamaları doğrultusunda yorumlayan ve yaşayan müçtehit İslam âlimlerinin belirttiği şekilde hareket etmeliyiz.
İthamdan, dedikodudan, levmden çekinmeksizin en yakınımızdan başlayarak “niçin yaratıldığımızı, nerden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi, gideceğimiz yerde neyle karşılaşacağımızı; İslam’ı öğrenip öğrendiklerimizi yaşamamız, hayatın her safhasında Hz. Peygamber (sav)’in sünnetini esas almamız, her işimizde helal−haram hududuna dikkat etmemiz gerektiğini” anlatalım. Bütün bunları da hikmetle, ihlâsla, Allah rızası dışında hiçbir karşılık beklemeden yapalım.
İnancımızdan taviz vermemek şartıyla çevremizle ciddi bir diyaloga girelim. Çevremiz, bizde doğruluğu, sıdkı, eminliği, dürüstlüğü, cömertliği, temizliği, fedakârlığı; Müslümanlara karşı mütevazı, kâfirlere karşı şedid olduğumuzu, Müslümanların dertleriyle dertlendiğimizi, hakka taraf olduğumuzu, herkese karşı adalet ölçüsüne dikkat ettiğimizi görmelidir.
Unutmamalıyız ki, ihlâsla çalıştığımız sürece Allah−u Teala, bütün gelişmeleri İslam’ın ve Müslümanların lehine çevirecektir.
İnşaallah, İslam düşmanlarının bu denli açık düşmanlığı, tahribatı, halkı yozlaştırma çabaları, küfrü gizlemeden açıkça beyan etmeleri, Müslümanların kendilerine gelmelerine, uyanmalarına ve ders almalarına sebep olacaktır. Söylenenler, yapılanlar ve tasarlanan hesaplar −başta acı da olsa− Müslümanların gayrete gelmesine vesile olacağı için hayra alamettir.
Cenab−ı Allah, dinini ve Muhammed Mustafa (sav)’nın ümmetini aziz etsin. Müslümanlara hakkı göstersin, hakkı yaptırsın ve firaset versin. (Âmin)
İnzar Dergisi
[1] Ahzab: 66−68
[2] Fatır: 37