Bu sorunun cevabını hemen vereyim; çünkü yazının sonuna kadar dayanacak gücüm yok! Hayır! Asla ve kat’a, hâşâ ve kella!… O kız, hepimizin yüz akı… İfsada sürüklenmiş toplumun kendini korumaya çalışan nadidelerinden… Allah’u Teâlâ’nın emrinin mümessili… Yüce Allah’ın cilbap direktifinin uygulayıcısı… O bir Amine, o bir Fatıma ve o bir Zeynep’tir… O sıhhatin, selametin nişanesi…
O, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bu memleket evlatlarının aslında nasıl davranmaları gerektiğini, yaşayarak göstermeye çalışan ve kendilerini de aynı hassasiyet için davete çalışan bir bacımız, bir kardeşimiz…
Fakat kardeşimizin bütün bu müspet vasıf ve donanımlarına rağmen onu tehdit eden, eğitimini engelleyen, kapı arkalarına hapseden, teneffüse-dışarıya çıkışını engelleyen, insanlarla sosyalitesine ket vuran, psikolojik baskı ve işkence uygulayanlarda ise, mutlaka ama mutlaka bir hastalık vardır... Onların hala bu asırda ve bu iktidar döneminde despotça ve statükocu tavır ve uygulamaları, aslında ruh yapıları ve psikolojileriyle alakalı olarak tartışılmaları ve değerlendirilmelerini icap ettirir.
Yoksa yasakçı zihniyet hala bu cesaret ve gücü nereden alıyor? İnsanları kıyafetlerinden dolayı bir eğitim yuvasında hapsedenler, bu uygulamalar için nereden ve kimden talimat alıyor? Bunların üzerine düşmek ve deşifre etmek lazım geliyor.
Neyden ve kimden mi söz ediyorum? Elbette ki Gaziantep Şahinbey Türktepe okulunun 8. Sınıf öğrencisi başörtülü Sedanur Ağsu’dan ve başına gelenlerden söz ediyorum…
Ajansa düşen haberlere göre okula giden bu kardeşimiz, tam bir hukuksuzluk ve insanlık suçu denilebilecek uygulamalarla karşı karşıya. Okul öğrencisi Sedanur, bakın neler yaşamış. Sedanur, aynen şunları söylüyor: "Okula gittiğim gün okul müdürü Ömer Usta, benim kolumdan tutarak `hemen başındakini çıkar yoksa odaya kitlenirsin` dedi. Ben böyle okumak istediğimi söylediğimde ise, beni alt katta bir odaya kapattı. Çantamı almak için sınıfa gitmem gerektiğini söylediğimde de `Senin diğer öğrencilerin arasına girmen yasak, sana diğer kuralları da anlatayım: teneffüse çıkmak yasak, kantine çıkmak yasak, dışarıya çıkmak, arkadaşlarınla konuşmak yasak` dedi."
Sedanur’un yaşadıkları bununla bitmiyor tabi. Annesinin ifadelerine göre kızı Sedanur, kantinciden bile ters muamele görüyormuş. Kantinden ihtiyacını almak isteyen öğrenciye kantinci: “bunu al git ve bir daha odandan çıkma” deyip göndermiş. Herifler! Orası dağ başı mı yahu? Ana-babalar o çocukları oraya hakaret edesiniz veya haksız yere talimat veresiniz diye mi gönderdi?! Hoca-öğrenci ilişkilerini, mukaddesatımıza saygısızlık edilmediği müddetçe, ‘bir harf öğretene kırk yıl kölesi olurum’ anlayışıyla değerlendiren müessesenin mensuplarıyız. Ancak mukaddesatımıza saygısızlık yapılınca da, Göktaş hocanın deyimiyle “anne babalar çocuklarını, iki kere ikinin kaç ettiğini, çarpma, bölme ve toplamanın ne olduğunu ve nasıl yapıldığını öğretesiniz diye gönderdi; eziyet, ve işkence edesiniz veya çile çektiresiniz diye göndermedi” deriz.
“Başörtüsü sorununu biz çözdük” diyen Sayın Başbakana buradan seslenmek istiyorum! Bu sorun tamamıyla hala çözülmüş değil. Başörtüsünden hakarete uğrayan, eziyet çeken ve en temel hakları eğitimlerinden alıkonan bacılarımız var. Bunlar için nasıl bir çözüm düşünülüyor? Müdür ve idarecilerin gazabına uğrayan bu masume bacı ve kardeşlerin çektikleri revamı? Daha dün siz “Biz gözü yaşlı analar, gözü yaşlı babalar görmek istemiyoruz” diye söylediniz. Birçok alanda rahatlatmanın olduğunu teslim ediyorum ancak ideolojik davranan kimi yöneticiler yüzünden hala aileler gözyaşı döküyor… Kılık kıyafet ve başörtüsü özgürlüğünün, anayasal güvence altına alınmasının zamanı çoktan geçmedi mi? Bir rahatlatma ortamından öte bunun bir güvence altına alınması toplum olarak hepimizin faydasına olacaktır. Umarım bu yeni yasama döneminde ilk ele alınacakların arasında bu sorunun çözümü olacaktır.
Selam ve dua ile.