Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanların uğradıkları katliam ve zulümler devam ederken, Orta Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Catherine Samba-Panza, ülkeden Müslümanların kitleler halinde kaçmasına engel olmak konusunda hükümetin yetersiz kaldığını itiraf etti. Daha önce de, BM yetkilileri bir soykırımın ayak sesleri duyulduğu konusunda endişelerini dile getirmişti. Batılı emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkardığı kaosun sona ermesi ve OAC’da tekrar sükunetin sağlanması için Müslüman devlet başkanı istifa etti. Yerine Bangui belediye başkanı Samba Panza getirildi. Müslüman toplumun bu konuda atmış olduğu yapıcı adıma rağmen, Hıristiyanlardan müsbet bir karşılık görmedi. Tam tersine Hıristiyan teröristler, bu adımı taviz ve mağlubiyet olarak görerek şiddet eylemlerine ve katliamlarına hız verdiler. Catherine Samba-Panza göreve geldikten sonra ilk konuşmasını yaptığı meydanda, kalabalık içerisinde bir Müslüman alınıp orada vahşice linç edilmiş, vücudu delici ve kesici aletlerle parçalanmış, bu halde sokaklarda teşhir edildikten sonra, cesedi ateşe verilmişti. Hıristiyan terörün boyutları her geçen gün daha da büyüyor. Müslümanlar kitleler halinde bu vahşetten kurtulabilmek için yollarla düşmüş vaziyetteler. Bu Müslümanların büyük bir kısmı komşu ülke Çad’a sığınmaya çalışıyor. Bir kısmı da daha güvenli olarak görülen ülkenin kuzey kısmına yerleşmeye çalışıyor. Batılıların desteği ile estirilen bu terör, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde toplumsal bir kırılmaya sebebiyet verdi. Siyasi sonuçların yanı sıra, toplumların birlikte yaşama iradelerini ortadan kaldıran sonuçlar ortaya çıkmaya başladı.
Gelinen son noktada, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin önünde iki seçenek vardır: Ya toplumsal barış sağlanıp Müslümanlara yönelik uygulanan baskı ve katliamlara bir an önce son verilecek ya da bütün Müslümanlar ülkenin kuzeyine çekilip bağımsızlıklarını ilan edip mücadele edecekler.
Toplumsal barışın sağlanabilmesi ve yapılması planlanan seçimlerin amacına ulaşabilmesi için, Müslümanların çoğunluğunu oluşturduğu Seleka koalisyonu ile diyalogun başlatılması gerekir. Aksi taktirde Müslümanların siyasi temsilcileri dışlanarak, Müslümanların yığın olarak mevcut yapı içerisinde tutulması yönündeki gayretler gerçekçi değildir. Müslümanların haklarının gaspı anlamına gelen böyle bir yaklaşım, kendilerine bağımsızlık ilanı dışında bir seçenek bırakmayacaktır.
Orta Afrika Cumhuriyeti’nde sürekli var olagelen kargaşalar ve toplumsal kaos, hiçbir zaman Müslümanları bu kadar tehdit eder hale gelmemişti. Dini kimlikleri hedef alma noktasında bu kadar keskinleşmemişti.
Fransa’nın buraya yapmış olduğu son müdahale, güç dengelerini değiştirdi ve toplumsal dokuyu hepten bozdu. İstikrarsızlık bahanesi ile yapılan bu işgal harekâtı, tamamen bir Müslüman kıyımına dönüştü. Fransa’nın BM destekli işgali, Hıristiyan çeteleri cesaretlendirdi ve pervasızlaştırdı. Bu noktada aklımıza hemen Raunda örneği gelmektedir. Fransa’nın istikrar bahanesi ile Ruanda’daki Hutu ve Tutsi kabileleri arasında süregelen anlaşmazlıklara müdahale etmesi, asrımızın en büyük soykırımlarından birisine kapı araladı. Raunda, insan mezbahasına dönüştü.
Gelinen noktada Batı ve BM günah çıkarıyor. Oysa bu katliamların artışının temel nedeni, BM’nin desteklediği Fransa’nın buraya asker çıkarmasıdır. Buradaki zengin maden ve elmas yataklarının kontrolünü kaybetmemek için istikrarsızlık körüklendi. Bu gün ise kendilerinin bu felaketin baş sorumlusu olduğu gerçeği gizlenerek, bir soykırımım olabileceğinden bahsediliyor.
Batılıların uyarıları pratikteki gerçekleri manipüle etmeye dönüktür. Sanki iki tarafa mensup çete ve silahlı grupların uyguladığı bir katliam varmış gibi bir sunum yapılmaktadır. Gerçekte ise, Fransa destekli Hıristiyan çeteler tarafından yürütülen tek taraflı bir vahşet ve katliam vardır.
Fransa; bu coğrafyaya girer girmez, “silahlardan arındırma” adı altında sadece Müslümanlara ait silahlı unsurlara yönelip silahlarını topladı. Saha tamamen intikam hırsı ile gözleri gönmüş terörist Hıristiyan çetelere kaldı.
İşte Fransa’nın işgali ile Müslümanların iliklerine kadar hissettikleri ve yaşadıkları katliam bir soykırıma dönüşmenin arafesindedir.
Bu gün ümmet olarak, en fazla gündemde tutmamız gereken konuların başında Orta Afrika’daki Müslüman kardeşlerimizin karşı karşıya olduğu bu dram ve soykırım gelmektedir. Geç olmadan ve iş işten geçmeden, Müslümanlar harekete geçmek durumundadır. Müslümanlara karşı işlenen her cürüm karşısında gösterilen tepkisizlik, o coğrafyada ya da başka bir coğrafyada Müslümanlara karşı işlenecek yeni bir cürüm dalgasına kapı aralamaktadır. Müslümanların tepkisizliği, zalimleri vahşileştiriyor ve adeta mazlum kardeşlerimizi kurbanlık koyunlar gibi algılamalarına sebebiyet veriyor. Bireysel ve toplumsal düzlemde Müslümanlar zulme ve küfre karşı seferber olmalı, İslami sorumluluk ve kardeşlik vazifesi bağlamında, zulüm altındaki mazlum Müslümanlar için neler yapabileceklerini düşünmelidirler.