Yağmurdan kaçıp doluya tutulmak, herhalde Bush'tan kaçıp Obama'ya tutulmak gibi bir şey olsa gerek.
Obama'dan kaçıp Trump'a tutulmanın nasıl bir deyimsel karşılığının olduğu ise henüz edebiyat kültürümüzde karşılığı bulunabilmiş değil.
Bugün Obama'nın geride bıraktığı enkaz yığınları karşısında Trump'a sığınma hikâyelerini dinlemekle vakit geçiriyoruz.
Tıpkı dün, Bush'un bıraktığı enkaz yığınları karşısında Obama'ya dizilen güzellemeleri dinlediğimiz gibi.
Bush yönetiminin fil gibi ezip geçtiği bölgelerdeki trajediler, aynı zamanda çiçeği burnundaki yeni başkan Obama'nın önündeki en büyük sorunların başında gelmekteydi.
Obama'nın ten rengine yapılan vurgular, aynı zamanda “içimizden biri” duygusallığıyla karıştırılarak bizlere, yani İslam âlemine servis ediliyordu.
Bush'tan geriye kalan Afganistan ve Irak'taki yıkım manzaraları karşısında Obama gibi birinin seçilmiş olması, birçoğumuzda “şükran” duygularının depreşmesine vesile oluyordu.
Takvimler 2009'un yaz aylarını gösteriyordu. Obama, ayağının tozuyla Türkiye ve Mısır seyahatlerine başlamış, mesaj üstüne mesaj vermişti. Neler yoktu ki biz Müslümanlara verilen mesajlarda?!
Kardeşlik vardı…
Barış vardı…
Dostluk vardı…
Demokrasi vardı…
Umut vardı…
Afganistan'da, Irak'ta yaşanan Amerikan mezaliminin son bulacağı vaatleri vardı. Hatta Filistin meselesinin halledileceği vaadleri bile vardı!
Gel zaman git zaman…
Bush'un işgal konseptiyle oluşturduğu iki kördüğüm vardı; Afganistan ve Irak!
Obama ise geride onlarca Irak ve Afganistan manzarası bıraktı. O gün Bush için dizilen sövgüler, Obama için dizilmeye başlanmışken; Obama'ya yapılan övgüler ise bugün Trump'a yönelmeye başladı.
Aslında Amerika hiç değişmedi, değişmeyecek de. Oysa küresel hegemonyanın başına geçen figüranların nöbet değişimiyle birlikte bizler o kadar değişiyoruz ki! Sığ siperlerde aldığımız pozisyonumuzu sorgulamak yerine her seferinde global çetebaşlarının nöbet değişimleriyle avunup durmak, belki de bizim değişmeyen tek stratejimiz olmuş durumdadır.
Amerika yüzyıllık planlar, konseptler geliştirir. Oysa bizde en uzun vadeli planlar çoğu kez bir Amerikan başkanının başkanlık süresini bile aşamaz. Sorguladığımız Bush'un raconu karşısında Obama'ya sığınır; Obama'nın raconuna karşı Trump'a sığınmaya başlarız.
Trump'un seçilmesiyle birlikte hepimizi pençesine alan bir iyimserlik havasıyla avunup duruyoruz. Her bölge ülkesi, kendince Trump'tan iyimserlik devşirebileceğine inanmaya başlamış görünüyor.
Evvela şunu görmek gerekir; Trump'ın ekibi genellikle gangster tipli kişilerden oluşuyor. Obama'yı, politikalarını eleştiriyor, ama bunun sebebi bizim algıladığımız sebeplerden kaynaklanmıyor.
Bilmem hatırlar mısınız; Obama başa gelirken Amerika 2020 yılı için hedeflediği planlarını açıklıyordu. Buna göre Ortadoğu, Amerika için cazibe merkezi olma özelliğini kaybediyor, yeni cazibe merkezi olarak Güney Asya bölgesi hedefe konuluyordu. Yeni askeri üsler, askeri güç kaydırmaları, Güney Asya bölgesine yapılan üst düzey seyahatler, yeniden kurulan diplomatik ilişkiler ve tabii ki Arakan gibi yerler olmak üzere bazı hassas noktalarda aniden alevlenen karışıklıklar tamamen Amerika'nın 2020 yılı hedefleriyle ilgiliydi.
Oysa Obama bunu başaramadı. 2020 yılı yaklaşırken Ortadoğu'dan istediği şekliyle sıyrılabilmiş değil. İlk etapta Ortadoğu için öngördüğü düzen, yeni bir dizayn ve Amerika için dikensiz bir gül bahçesi bırakmaktı. Ancak olmadı, başaramadılar. Şu anda uygulanan taktik ise, Ortadoğu'yu daha uzun süreli bir bataklık olarak bırakmak.
Nedeni ise şudur; Güney Asya planları hem buraların artık daha fazla cazibe merkezi olmaya başlaması, hem de buralara eş zamanlı olarak yönelecek rakiplerin önünü kesmektir.
Güney Asya politikasında Amerika'ya sorun çıkaracak birkaç ülke vardır. Çin, Rusya ve İran. İran'la yapılan nükleer anlaşma, Ortadoğu'da İran için büyük bir alan açmaya yol açtı. Dolayısıyla Ortadoğu'ya çok fazla yönelen İran'ın Güney Asya'da Amerika için ne kadar sorun olacağı şimdilik muammadır.
Trump'ın Rusya konusunda verdiği sıcak mesajları da yine bu kapsamda ele almak gerekecek. Bir yandan Ortadoğu'yu Ruslara açtılar, diğer yandan NATO güçlerini Rus sınırlarına konuşlandırmaya başladılar. Bir gözü Ortadoğu'da, diğer gözü Baltık ülkeleri ve Balkanlar'da olacak bir Rusya'nın Güney Asya'da ne kadar etkili bir rakip olabileceği ise diğer bir muamma olmaya başladı.
Oysa Trump'ın bir Çin fobisi baş göstermiş durumdadır ki, her konuşmasında mutlaka “Çin tehlikesi” ön plana çıkmaktadır. Oysa Çin'le görünürde pek bir sorunları yok. Hatta Ruslarla yaşadıkları sorunların yüzde birini bile Çin ile yaşamıyorlar. O halde nereden kaynaklanıyor bu Çin fobisi?
Herhalde Çin'in en büyük günahı, rakipler için uzun süreli bir meşgale alanı olması öngörülen Ortadoğu bataklığına bir türlü yanaşmıyor olmasıdır. Ekonominin yükselen yıldızı olarak parlayan Çin, kendi potansiyelinin ve bölgesindeki genel potansiyelin farkındadır. Potansiyelini değerlendirmek yerine neden bataklık alanlara saplansın ki?!
İşte Amerika şu anda Çin'in bu tavrını hazmedemiyor. Dolayısıyla Çin'i meşgul edecek tüm bölgesel sorunları tetikleme yolunda hızla ilerliyor.
Özetlersek;
Amerika için yeni Ortadoğu planı, “bataklık” üzerine kuruludur. Dolayısıyla Ortadoğu'nun kısa vadede normalleşmesini kimse beklememelidir. Olası tüm rakiplerini bu alana çekerek rakip olma özelliklerini burada heba ettirmeyi planlamaktadır. Yeni keşfedilen dev ekonomik potansiyeli nedeniyle yerleşmek istediği alan Güney Asya'dır. Amerika'nın son on yıldır yürüttüğü her politikanın mihverinde Güney Asya'ya yerleşme planı bulunmaktadır. Trump'ın uygulayacağı yeni politika da bu mihver üzerine olacaktır.
Şu anda Obama söz konusu olunca “Neuzu billah” çekip Trump'ın tımarhanelik tavırlarına bel bağlama modasına ayak uydurmak bir kural haline gelmeye başladı.
Hiç merak etmeyin, çok geçmeden Trump'a da küfredilecek ve yeni bir çetebaşının kurtarıcılığına sığınmaya da devam edilecek!