Her ayda saklı sırlarımız var bizim.
Haziran gibi… Eylül gibi… Ocak gibi…
En çok Ocak’ta bulutlanır gözlerim
Bir an, Ocak’ın orta yerinde sağanak halinde yağar
Kurşun misali damlalar…
Yağdır ey gözüm,
Pınarının kurumasından korkma!
Yağarsa rahmet olur, hasret olur
Neticesi vuslat olur…
Yağsın gözlerden rahmet ki
Minnet borcumuzdur bu, davayı miras bırakana.
Nisan yağmuru gibi yağsın, Ocak’ın zemherisinde…
Babasından koparılmış bir evlat gibi
Ocağı sönmüş bir Ocak gibi
Zemheride yanar gibi yan yüreğim…
Ayaz acıtırmış,
Soğuk yakarmış, bildim bunu
Ocak’ın sönmesiyle,
Ocağımızın yanmasıyla bildim…
‘Ocağımın yerine ben yanaydım’ diyenlerin
Bir Eylül günü, düşen bir yaprak misali
Vuslata erdiğini bildim…
Ocağımız bir kardelen oldu, bembeyaz kışın ortasında.
Hüzün, gam, keder mi?
Kardeş olduk onlarla senden sonra ey Ocak!
Bir çocuk gibi yıllar geçtikçe büyüdü hasretin
Yoluna revan olanların 20’lik hasretleri var şimdi.
…
Koca koca yıllar geçti aradan
Koca koca insanlara dönüştük…
Biz de görüyorduk artık
Hem de eskisinden daha iyi!
Öyle ya şakaklarımıza dayanan soğuk namlular,
Ruhlarımıza değilse de bedenlerimize vurulan prangalar görmüştük bir zamanlar.
Biz de biliyorduk artık bir şeyler…
Ocağın, canı uğruna koruduğu uhuvvetin
Tek kullanımlık menfaate dönebildiğini öğrenmiştik.
Aslında iyi insanlardık ama bir de damarımıza basılmasa…
Gâh Ekim tuttu bizi ayakta gâh Haziran…
Aylar da bir gün gibi kısalınca ne kaldı elimizde?
…
Yol arkadaşı olmayan, tökezler durur yollarda.
Öyle bir derde düştük ki dert de derman da yolda, yoldaşta…
20 yıl önce yakan ayaz, ne çabuk bıraktı yerini nisyana…
Nisyan ki ar ettirir er olana.
Ama heyhat!
Er nerede!
Ar nerede!
Mine Turhan