İman ve İslam, insanı eğiterek insan-ı kâmil seviyesine çıkarma projesidir. Yüce Mevla’nın insanoğluna verdiği duygu ve düşünceler bu projenin gerçekleşmesini sağlayan yapı malzemeleridir. Peygamberler, bu malzemelerin nerede, nasıl kullanılması gerektiğini tatbiki şekilde öğreten usta ve muallimlerdir. Hayat, bu çok değerli malzemelerin üzerinde harika, canlı bir mimariye dönüştüğü arsadır. Projenin tamamlanması için eksik bir malzeme yoktur. Bütün iş, bu malzemelerin nerede, nasıl ve ne kadar kullanılmasını bilen bir iradeyi harekete geçirmektir.
Kızgınlık ve öfke hali, olumsuzluklara tepki vermek, tehdit veya saldırıya uğramamız durumunda karşı koyup mücadeleye sevk etmesi açısından faydalı ve gerekli bir duygudur. Ancak hoşumuza gitmeyen her iş ve olaya tepki duymak gerekmez. Öfkemizi belli bir sınırda tutmak ve kontrol altına almak büyük önem arz eder. Zira öfkemizi kontrol edemezsek, biz onun kontrolü altına gireriz ki, bu da bizim için maddi ve manevi kayıplara sebep olur. Öfke anı insanın kendine ne derecede hakim olduğunun test edilmesi bakımından da önemlidir. Yani öfke insanın tıynetini de ortaya koyar, iç dünyasının resmini yansıtır.
Öfke anında nelerin yapılıp yapılmamasını bilmek de önemlidir. Yapılmasını istediğimiz veya istemediğimiz şeyleri öfke haliyle ifade etmeye bedel, bunları sözlü olarak ifade etmek öfkeyi def etmenin adımlarından biridir. Meseleyi konuşarak halletme yolu her zaman daha iyidir. Sürekli kavga, savaş ve düşmanlık insanı yorar ve yıpratır.
Öfkeli olduğumuzda önce yavaşlamak, gösterdiğimiz tepkileri gözden geçirmek, aklımıza gelen ilk şeyi söylemeden asıl söylemek istediğimiz şeyi düşünmek ve karşımızdaki kişinin söylemeye çalıştıklarını dinlemeye ve anlamaya çalışmak önem arz eder.
Öfkeyi dizginlemenin bazı yollarını da sevgili Peygamberimiz(sav) öğretmiştir.
Abdest almak:
“Öfke şeytandandır, şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş su ile söndürülür. O halde biriniz öfkelendiğinde abdest alsın.” ( Ebu Davud)
Pozisyon değiştirmek:
Sinirlenen, ayakta ise otursun. Öfkesi geçmezse yan yatsın. (Ebu Davud)
Rivayete göre İmam Cafer Sadık (ra)’ın, hizmetini gören kölesi bir gün, içi çorba dolu bir kâseyi yanlışlıkla imamın üzerine devirdi. Üstü başı çorba olan İmam öfke ile kölenin yüzüne bakınca köle, “Efendim, Kur’an’da “öfkelerini yenenler” övülüyor diyerek Al-i İmran 134. Ayetini okudu. Bunun üzerine Cafer Sadık, “öfkemi yendim!” dedi. Köle tekrar Kur’an’da “İnsanların kusurlarını bağışlayanlar” da övülüyor diyerek ayetin devamını okudu. İmam Cafer, “Haydi bağışladım seni” dedi. Köle, “Kur’an’da “Allah, iyilik eden kimseleri sever!” buyruluyor diyerek ayetin son kısmını da okuyunca Cafer Sadık, “Haydi git, artık hürsün, seni Allah için azat ettim.” dedi.
Öfkenin mahiyetiyle ilgili değerli bir izah sunan şu hoş kıssa ile yazımızı bitirelim:
“Yaşlı bir ermiş öğrencileri ile gezinirken nehir kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”