Bazen siyasi arena, bir konu mankeni ister. Buna gözleri kapalı atlayan işgüzarları biliriz de üç ayı, otuz yıla sığdırıp da hala anlatıp anlatıp bitiremeyenleri ilk defa duydum.
Allah selametlik versin. Askerlik anılarından bahsedildiğinde 21 gün askerlik yapan bir arkadaşımız vardı. 18 ay askerlik yapanlardan daha fazla konuşur, daha fazla anılarını anlatırdı. Haliyle tepki çekerdi elbette.
Bunu düşündükçe de aklıma hep Orakoğlu geliyor. Sayın Ruşen Çakır’ın dediğine göre meğer adam sadece üç ay görev yapmış. Mübarek(!) otuz yıldır anlatıyor da bitmiyor söyledikleri. Ne menem şeymiş anlattıkları. Pişir pişir ver fırına. Hani anlattıkları da hep aynı şeyler. Farklı bir şey olsa dert etmez insan.
Yine de düşünüyorum da hadi adam bol kepçeden atıyor diyelim. Peki ona sürekli gaz veren, inanan ve söylediklerini haber yapanlara ne demeli. Anlaşılan habercilik; doğruluğu araştırılan şeylerin, okuyucuya karşı olan sorumluluk algısına binaen test edilip yayınlanması değilmiş. Belki de tevil götürmeyan zırvalar; ya toplumu yönlendirme ya toplumu aptal yerine koyma girişimi olarak algılanıyor. Fakat toplum eskiden olduğu gibi başını her şeye emme basma tulumba gibi sallayarak onay veren bir toplum değil. Araştıran, muhakeme eden ve dünü bugünü bilen, mukayese eden bir toplum. Orakoğlu kimi kandırmaya çalışıyor ki…
Sürekli sayın Hüseyin Velioğlu’na iftira olarak ortaya attığı bir yaftası var. Bozacının şahidi şıracı derler ya. Aynen öyle söylediğinin tek şahidi kendisi.
Aklıma geçenlerde yayınlanan bir fotoğraf geldi. Karayılan’ın içinde olduğu 19 kişilik bir fotoğraf. O karedeki herkes ölmüş/öldürülmüş, sadece Karayılan kalmış.
Orakoğlunun anlattığı fotoğrafta olanların yaşayanı yok. Yani ne Temel Cingöz ne Vicdan Başaran var ki gidip soralım anlatıklarının doğru olup olmadığını. Tek yaşayan sayın Orakoğlu’dur. Gerçi o anlatımdakiler hangi yollarla bu dünyayı terk ettiler o ayrı bir mesele. Fakat sormak lazım değil mi niçin sen hayattasın da onlar değil?
Karayılan niye yaşıyor diye düşünen medya, bunu da sesli düşünür mü acaba? Dolayısıyla ölüler de konuşmayacağına göre sayın Orakoğlu için atış serbest. Kale boş. Nasıl olsa yalanlayan yok. Anlattıkça anlatıyor mübarek. Üç ay… otuz yıl… Hiç eşit değil… Adalet, hiç değil…
Hem sonra onu konuşturanlara bakıyorsun ki, aradıkları bir konu mankeni … O da otuz yıldır konuşturuluyor. Halinden de memnun. Hiç de şikayetçi değil. Hem burnu da uzamıyor pinokyo misali. Kim nereden bilecek atıp tuttuğunu.
Be adam… Sen kendini akıllı, alemi aptal mı sanıyorsun. Geçti o devirler dedik ya. Kimse yutmuyor bu külleri… Pardon yalanları; burnun uzamasa da.
Bir de avukatım ve dosyadaşım olan Hüseyin Yılmaz Beyin kaleme almaya vesile olduğu sayın Cemal Tutar ve Sayın Mehmet Varol’un iddianamelerinin yer aldığı, benim de yayınlattığım “Hizbullah Ana Davası Savunmalar” adlı kitaptan da Orakoğlu’nun haberi büyük ihtiamalle yok. Adresini bilseydim bir adet hediye ederdim. Lakin Ruşen Çakır gibi araştırmacılar bu tez ve karşı tezlerden haberdarken bu adamın gözlerinin hala kapalı olmasında bir hikmet var elbette.
Acaba birileri sakın gözlerini açma mı diyor. Yoksa güneşten mi korkuyor?
Hani ben 1997 yılında, casusluk ve vatan hainliği suçlamasıyla tutuklanıp Mamak Askerî Cezaevinde 56 gün hapis yattığından, bir zamanlar Cem Uzan’ın Genç partisinden Eskişehir milletvekili adayı oluşundan, Sedat Peker’in adamı Erhan Korkmaz’a verdiği banka hesap numarasına yatırılan 10 milyar Türk Lirasından, Sayın Velioğlundan yani bir örgüt liderinden kartvizit aldığından, bir görüşte on yıl önceki sakallı ve sakalsız birini ayırt etme basiretinden(!), söylediği o muhteşem(!) analiz ve tesbitlere sadece kendisinin şahit oluşundan, bir zamanlar kendisiyle birlikte çalışan Hanefi Avcı’nın bile onu doğrulamadığından uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Hatta Hanefi Avcı, cezaevideyken neden o hala dışarıda; bunu bile irdelemeyeceğim.
Sadece bunları söylemekle Orakloğlu neyi hedefliyor, merak ediyor insan.
Sonra yine şeyten devreye giriyor. Şeytan bu, ne yapsın başka işi yok. Diyor ki varya bu Orakoğlu, benden de beter. Yoksa insi şeytanlar mı ona söyletiyor bu zırvaları. Özel zevkleri arasında bu tür konuşmalar mı var yoksa? Belki de birilerinin elinde ona şantaj niyetine kullandıkları ne bileyim bir materyal yani kaset maset var? Hadi canıım, olur mu öyle şey. Oluur oluur. Neden olmasın? Baykal’a bile yapmadılar mı?
Komplo teorilerinin gırla gittiği bir ortamda biraz sesli bir şekilde düşündüm. Her şey mümkün bu dünyada.
Sonra Orakoğlu’nun tüm bu hezeyanları aklıma geldikçe son günlerin moda tabiri gülümsetiyor beni. Diyesi geliyor insanın: “Oğlum, bak git!..”
Neyse sözü sayın Ruşen Çakır’ın tesbitiyle noktalayalım: “Hizbullah hakkında ne söylersek, nasıl olsa kimse cevap vermez anlayışı var. Ama artık cevap verenler de var.”
Doğruhaber Gazetesi