İlim öğrenmenin önemi hususunda kimsenin itirazının olmadığı bir dönemde yeniden bu farziyeti gündeme getirmek, hatırlatma mahiyetinde gerekli veya faydalı olsa da bunun çoğu zaman yalnızca bir ‘tekrar’ı barındırdığı da malumdur. Bundan dolayı bu konunun üzerinde durmaya niyetim yok. Ancak bilgi edinme biçimlerinden biri olan okumanın devamlılık kazanmasının ardındaki dinamikleri keşfetmenin önemli olduğu düşüncesindeyim. Ayrıca bu devamlılığın sağlanmasıyla birlikte kişinin adım adım yol alışını veya yolda olma halinin nelere gebe olduğu üzerinde durmak da ilgi çekici olabilir. Bunun yanı sıra bilgi edinme yollarını çeşitlendirmek niyetiyle, okumayı biraz da mesleki zemine çekerek yani meslekle ilişkili kılarak daha sürdürülebilir bir hale getirebiliriz sanırım. Böylece belki bu konuda kendi penceremden gözlemler yapmayı; veya mesleki hayatımdan hareketle bazı sonuçlara varmayı deneyeceğim.
Henüz yolun başında iken, evvela iki kavramın karşıladığı iki gerçeği ayırt etmek faydalı olacaktır. Bunlardan biri, çağımızın teknik gelişiminin veya haberleşme ağının günlük aktarımı olan ‘malumat’, diğeri ise kişinin öz çabasından neşet eden ve daha derinlikli bir okumanın neticesinde elde edilen ‘bilgi’dir. Söz gelimi bugün her konuda bir sözümüzün var oluşunun arka planındaki temel dinamik malumattır. Tüm meselelerin günlük polemiklerle anlık konuşulduğu bir zeminde her konuda yüzeysel bir paylaşım havuzunun oluşması tabiidir. Bu yönüyle kişinin, konforunu bozmadan öğrendiği şeyleri malumat olarak tariflemek mümkündür. Buna karşılık bilgi, öncelikle konfor ortamından çıkıp özel bir çabayla elde edilen; kişiye değerlendirme, yorumlama ve açıklama gibi imkânlar tanıyan bir “güçtür”. Ve bilgi ediniminin ve dahi paylaşımının en dinamik hali olan ‘yazmak’ eyleminin de tam olarak burada başladığını ifade etmek mümkündür. Dolayısıyla bilginin, daha ziyade okumakla ve yazmakla ilişkili olduğunu görüyoruz.
Okumak, yolun başındaki herkes için oldukça heyecan verici bir süreç olabilir. O heyecanın verdiği enerjiyle belli bir zaman diliminde yoğun bir okuma süreci de geçirmek olasıdır. Ancak geçen bu zamanın sonunda heyecanın peyderpey azaldığını görmek de sıklıkla karşılaşılan bir sonuç olmaktadır. Bunun önemli sebeplerinden biri, okuma güzergâhının hala belirlenmemiş olması durumdur. İlk okumaların yelpazesi geniş olsa da ilerleyen zamanlarda çerçeveyi daraltmak ve belirli konu/lar etrafında okumaya devam etmek; en nihayetinde bu çerçevede ürün ortaya koymak daha anlamlı ve sürdürülebilir bir okuma şekli olabilir. Çerçeveyi daraltmak olarak ifade etsem de aslında söz konusu bir konuya odaklanmak, etraflıca okumayı getirdiğinden, aslında çerçevenin sınırları tekrar olabildiğince genişlemektedir. Burada diğer bir mesele karşımıza çıkıyor: Hangi konuya odaklanmak? Bu yazıyı okuyanların çoğunun öğrenci olması veya bir mesleğe henüz atılmış veya atılacak olması bu soruya cevap verme noktasında fayda sağlayacaktır. Çünkü meslek veya çalışma alanları, konuların neler olabileceği hususunda ipuçları vermektedir.
Ancak tam da burada bir kırılmanın yaşandığını fark etmek zor değil. Zira hali hazırda meslek hayatını memnuniyetle veya iştiyakla sürdüren çok az insan vardır. Meslekler arası geçişler çoğalmakta, mutlu olunabilecek meslek arayışları artmakta veya mesleki mutluluk tükenmektedir. Oysa eğitim kurumlarında öğrenilen teorik bilgi, ‘ideal olan’ı hedeflemektedir. “İdeal" olan bilgiyi heyecanla “öğrenen” öğrenci aynı heyecanla meslek hayatında atılmaktadır. Ancak henüz yolun başında iken hayal kırıklığı yaşamaktadır. Zira söz konusu herhangi bir alandaki teorik bilginin idealize ettiği mesleki pratiğin, büyük oranda iş hayatında karşılık bulmadığı hemen anlaşılır. Bilginin anlam kaybı yaşadığı bu zeminde gerek bireysel gerekse toplamsal ölçekte ciddi sancılara çekmekteyiz. Ve bizler, bu sorunu genellikle “sistem” kaynaklı kabul edip sorumluluk almamayı yeğliyoruz. Neticede ise, ya salt teknik kaidelere göre zorunluluk gücüyle icra ettiğimiz bir iş veya en nihayetinde terk ettiğimiz bir meslek hikâyemiz olmaktadır. Bu çaresizlik haline eksik bir şeylerin sebebiyet verdiği muhakkaktır. Soru işaretlerinin belirdiği böylesi durumlarda geçmiş tecrübesinden istifade etmek en doğru yöntem gibi gelir bana.
Kadim bir gerçek var ki söz konusu ‘eksik olan’a ışık tutmak ve bu çaresizlik halinden bir çıkış yolu olabilir. Kınalızade Ali Efendi, İbn Miskeveyh, Nasirüddin-i Tûsi, Celalettin Devvani, Gülşeni ve diğer birçok İslam aliminin insanın ‘erdem’e erişmesinin temel basamaklarından birinin de ‘hikmet’ olduğunu ifade ederler. Yine onların tanımlarına göre hikmet, genel anlamda doğruyu ‘bilmek’le birlikte doğruyu ‘yapmak’ olarak ifade edilmiştir. Bir başka ifadeyle insan, nazari gücünü yani dünyayı yorumlayış biçimini güçlendirir ve bundan itidal üzere işler peyda ederse bundan hikmet meydana gelir. Dolayısıyla erdeme giden yolun önemli işaretlerinden biri de hikmet iken, hikmet ise bilgiyi işaret etmektedir.
Pekala, söz konusu bu bilginin mahiyeti konusunda neler söylenebilir? Sanırım cevabını aradığımız temel sorularımızdan biri de budur. Doğrudan bir cevap vermek mümkün görünmese de bu bilginin teknik bir bilginin ötesinde yer aldığı açıktır. Daha açık bir ifadeyle söz gelimi bir doktorun ameliyat masasında makası veya bıçağı hangi teknikle kullanacağından; bir aşçının yemek yaparken sahip olduğu teknik bilginin de ötesinde bir bilgidir bu. Bu teknik bilgiye eşlik eden bir başka bilgi olsa gerektir ki, mütemadiyen yapılan bu eylem anlam kazansın ve nihayetinde kişiyi erdemli olmaya ve mesleğiyle bütünleştirmeye/barışık olmaya götürsün. Bu bilginin neliğine ilişkin -daha açık konuşmadan- belki şunlar söylenebilir. Çoğu meslekler binlerce yıldır insanlık tarafından icra edilirken, bir kısmı ise modern zamanda teknolojinin gelişimiyle ortaya çıkmaktadır. O halde söz gelimi sahip olunan mesleğin tarihi sürecini, doğudaki ve batıdaki anlamla dünyasını ve en nihayetinde modern dönemdeki durumu üzerine derinlemesine bir okuma yapmak bile başlı başına önemli bir adım olacaktır. Fakat konunun başını da hatırlayarak ifade etmek gerekirse, mesleki icraatlerimizi anlamlandıracak söz konusu bilginin meşakkat ve sabırla elde edilebildiği gerçeği hala önümüzde durmaktadır. Ve bu bilginin, çoğunlukla okul ortamında da öğrenilemediği; kişinin, kendi çabasıyla geçmiş-bugün arasında yapacağı bir yolculuk sonucunda elde edilebileceği unutulmamalı. Bu bilgiye erişimi ‘sondaj’ metaforuyla izah etmek gerekirse, derinlerdeki suyun ‘hayat’ olması niyetiyle çıkarılması gibi, ilgi duyulan alana ilişkin derinlikli bir bilgi edinimi için böyle bir yöntem kaçınılmaz durmaktadır.
Bir ömür devam edecek olan bu bilgi edinimi en başta şunu sağlayacağı kanaatindeyim: kişi öncelikle yavaşlayacaktır. Düşünmeye zaman ayırıp yaptığı işi anlamlandırmasını sağlayacaktır. Yavaşlamaya başlamak ise yapılan işin doğru ve isabetli yapılmasını sağlayacaktır. Hali hazırda süregiden mesleki hayatımızın kanaatimce en büyük sorunu da bu; hızın hakimiyet kurması. Mananın yerini maddenin, ‘değerli olan’ın yerini ‘önemli olan’ın, keyfiyetin yerini kemiyetin aldığı; neticede yapılan işin ne derecede anlamlı olacağı sorusu bu ortamda önemini kaybetmektedir.
O halde başta dağınık başlayan ve sorasında çerçevesi ve istikameti belirlenmiş alanda devam eden okumalar daha uzun soluklu ve nihayet ürünler/eserler verici bir güce dönüşecektir. Bu anlamlı süreç kişiyi aşarak şüphesiz içinde yaşadığı toplumun/ülkenin maddi manevi gelişimine de önemli katkılar sağlayacaktır. Bilginin değer ve derinlik kaybettiği sosyal hayatımızdan veya dijital dünyamızdan -kısmi de olsa- kurtulup okumak, ancak okumayı da yukarıdaki çerçevede yeniden ele almakta fayda olacağı kanaatindeyim.
Müslüm Botan