Son zamanlarda anlaşılması zor bir eleştiri furyası almış başını gidiyor.
Eleştiri dedikse öyle yapıcı, faydalı, daha iyiye ulaştıran bir eleştiri değil, aksine tahrip edici, çözüm getirmeyen ve buram buram kibir kokan bir söylem…
Her cümlede “ne kadar bildiğini” gösterme hevesini fark edebiliyorsunuz.
Yanlışlar elbette eleştirilir; ama bunu yaparken, hikmetle ve hem birey hem de toplum için maslahatlar gözetilerek yapılsa fayda verir.
Mesela biri geçenlerde şöyle bir cümle kurmuş
“İslami cenah öyle bir hale gelmiş ki kendilerini İslam'ın yerine koymuşlar. Kendilerini, din anlayışlarını eleştiriyorsun dini eleştiriyorsun gibi algılıyorlar. Kendileri de "kendileri eşittir İslam" olduğuna gerçekten inanmışlar.”
Genellemeler her zaman sorunludur ve sıkıntıdır.
Kötü örnekler üzerinden zihinlerde “bu yol çıkmaz sokak” algısını yerleştirmek mi, iyi örnekler üzerinden giderek yolun açık olduğunu, kıyamete kadar açık olacağını, iyi niyetli çabaların devam ettiğini vurgulamak mı?
Karar vermek lazım, hangisini tercih ediyoruz?
Birinde ağır veballer yüklenebilir, diğerinde bitmek bilmeyen hayır ve hasenat kapılarını açabiliriz.
“İslami cenah” diye eleştirdiklerimiz, yargı ve kanaatlerini yerden yere vurduğumuz kimseler, ahlaksızlığın, büyük günahların bu derece arttığı bir zamanda kendilerini ve çevrelerini koruma gayretinde değiller mi? Yani en azından bir kısmı böyle bir çabanın içinde değil mi?
Öte yandan büyük günahların içinde olan ve hatta bu günahları meşrulaştırmaya çalışanların varlığı ortada iken nedense buna karşı bir düşünce geliştirme çabası içerisine girmiyor, onun yerine kolay yolu tercih ediyor, “ölçüsüz” bir eleştiriye girişiyoruz.
Daha iyiye, daha doğruya ancak eleştiri ile ulaşılabileceği fikrine katılıyorum; ama…
Eleştiri için önce iyi niyet, sonra da hak ve hakikat için bir çaba olması gerekmiyor mu?
Hatta bırakın günahların basitleştirilmesini, bazı çevrelerde neredeyse dinin kendisini tümüyle reddetme durumu varken ve biz buna karşı bir şeyler yapmak yerine sadece “İslami cenah”ı suçlama yoluna gidiyorsak, bakış açımızda bir problem yok mu?
“İslami cenah”a yaptığımız eleştirilerde, eğer kendimizi içeride tutup bir “özeleştiri” olarak yapıyorsak, eleştirirken aynı zamanda acı duyuyorsak sorun yok.
Yaptığımız her işte, her söylemimizde asıl amaç “hüsrana uğramayanlardan”, “kurtuluşa erenlerden” olmaktır, öyle değil mi?
Asıl olan kurtuluşa erenlerden olmaksa ve bunun yolu da net olarak belirtilmişse…
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran/104)
“Hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran topluluk.”
Tüm çabaları, tüm hedefleri bu ölçüye vurmak gerekmez mi?
Öte yandan bunun tam tersi bir çaba içerisinde olanlar var ve ne dehşet verici bir şeydir ki, çok sıkı çalışıyorlar.
Zihinleri bulandırıyor, şüphe tohumları ekmek için yalanları süslü sözcüklerle örtüyorlar.
“Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler. Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veya onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim/3)
Sanal dünya, eğer algı ve düşünce dünyamızı da “sanal ve eğlence” kalıbına sıkıştırmış ve sınırlar çizmişse ve biz bundan rahatsız değilsek zamanın çarkları aleyhimize işliyor demektir.
“İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı!” (Ankebut/64)
Evet, “keşke bunu bilmiş olsalardı”; ama maalesef öyle değil!
Dünya hayatı bitecek ve dünyada ekilenlerin hasadı ile kimileri “ebedi saadet yurduna” doğru yol alırken, kimileri içinse korkunç bir süreç başlayacak!
“Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete duçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçi. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.” (Enam/70)
Sözün özü…
Her işte olduğu gibi eleştiride de ölçü adalet olmalıdır.
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adaletle davranın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.” (Maide/8)
Hakkı gözetmek tamam, adil olmak tamam; ama biraz da merhamet ve hikmetle davransak daha iyi olmaz mı?