“Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka versem ve iyilerden olsam!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin (Allah yolunda harcayın). Allah, eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafıkun, 10-11)
Konuya girmeden önce mealini verdiğimiz ayet-i kerimelerin kısa bir açıklamasına göz atamamızda fayda mülahaza ediyorum: Birinci ayette, “Herhangi birinize ölüm gelmeden önce…” size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak edin” ifadesi, sahip oldukları rızkın kaynağını hatırlatırken ikincisinde ise, bu işin zamanı geçtiğinde geri dönüşü ve kazasının mümkün olmadığı açıklanıyor.
Akıllı insanlar, bu uyarıya kulak vererek henüz zaman ve imkan varken, mal mülk onun eli altında iken ebedi hayatı için Allah yolunda harcar. Ebedi olarak kalacağı ahiret yurdundaki yerini güzelleştirmek için yatırım yapar. Bilecek ki kazandığı maldan payı kendi ahireti için harcadığı kadardır. Geride kalan varislerin malıdır. O halde ondan yararlanma önceliğini kendine vermeli, ölümden sonraki hayatı için harcamalıdır.
Bazı insanlar ölüm anında her şeyini başkalarına bırakıp kendisine hiçbir şey ayırmadığını, o çok sevdiği ve zayi olup azalmasından hep endişe edip durduğu malını mülkünü başkalarına bırakıp eli boş gittiğini görünce feryad koparır. Kendi nefsine ne kadar yazık ettiğini, ne kadar aldandığını anlayınca yakınıp durur. Oysa Allah (cc), ondan kendi yolunda harcamasını, akrabaya, fakire, yetime, yoksula ve yolda kalmışa harcanmasını emretmişti.
Şimdi ise ecel gelip kapıya dayanınca uyanmıştır. Rabbinden kendisine biraz daha süre tanınmasını, iyi ve yapıcı işler yapan kimselerden olması için infakta bulunabilmeyi istiyor. Verilen nimetlere şükretmeyi, fakire yoksula destek olmayı, ümmetin umumi yararını gözetmek üzere hayır yolunda harcama yapmayı temenni edip duruyor! Fakat nerede bu fırsat? Ne yazık ki artık bunu yapma zamanı geçmiştir. “Allah, yaşama süresi dolan hiçbir nefsi geri bırakmaz, ecel vaktini ertelemez.
Şayet insan kendisinin başıboş bir mahluk olmayıp her an Allah’ın gözetimi altında olduğunu, Allah’ın kendisinin her yaptığından haberdar olduğunu ve yaptıklarından bir gün mutlaka hesaba çekeceğini hatırında tutsa, bunun muhasebesini yapsa hiçbir gaflete ve dalalete düşmez. Beşeri zaafları dolayısıyla bir hata yapsa bile yanlış yaptığını anlar anlamaz pişmanlık duyarak tevbe eder ve kendine çeki düzen verir.
Bütün bunlar delâlet ediyor ki, dini vecibelerini vaktinde yerine getirmeyen herkes, ölüm anında pişmanlık duyacak ve kayıplarını telâfi etmek için çok az da olsa ömrünün uzatılmasını isteyecektir. Fakat ne yazık ki, o zaman her şey bitmiş, iş işten geçmiş olur. İmam Tirmizi ve İbni Cerir’in İbni Abbas’tan (ra), rivayet ettiklerine göre peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kimin haccedecek kadar veya üzerine zekat farz olacak kadar malı olur da bunu eda etmezse, ölüm vaktinde -bunları telafi etmek için- geriye dönüş isteğinde bulunacaktır.” Oradakilerden biri, “Ey İbni Abbas! Allah’tan kork, o dönüşü sadece kâfirler isteyecek” deyince, İbni Abbas (ra): “Şimdi size bir ayet okuyacağım” dedi ve yukarda açıklamasını yaptığımız ayet-i kerimeyi okudu. (Trmizi, Zühd)
Mümin bir insanın ölmeden evvel kendisini hesaba çekmesi, iman ve aklı selimin gereğidir. Öyle ise insan, ölüm yolculuğuna çıkmadan önce ahireti için önden ne gönderdiğine bakmalı, zamanında yol azığını hazırlamalıdır. Zira insanın ebedi hayatını kazanması ve ebedi saadetlere nail olması, ancak bu fani dünyada yapmış olduğu ubudiyete, hayır ve hasenata bağlıdır:
“Ey iman edenler! Allah’ın azabına maruz kalmaktan sakının. Herkes yarın için ne gönderdiğine dikkat etsin. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşir: 18)
Yani ey Allah’ı ve peygamberini tasdik edenler! Sizden biriniz henüz dünyada iken ahireti için önden ne hazırlık yaptığına baksın. Herkes kıyamet günü için salih amellerden neler hazırladığını düşünsün. Allah sizi hesaba çekmeden önce siz kendinizi hesaba çekin, Allah’tan korkun, zira sizin amellerinizden ve hallerinizden hiçbir şey Allah’a gizli değildir. Bu sebeple O, bütün amellerinizin karşılığını verecektir.
Burada dikkat çekilen diğer bir husus da herkesin kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmesi gerektiğidir. Çünkü kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt edemeyen bir kimse, ahiret hayatıyla alakalı da kendisine neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu idrak edemez. Kendi kendine bu hayattaki sermayesini, gayretlerini, yeteneklerini hangi yolda sarf ettiği takdirde onu Cennete veya Cehenneme götüreceğini düşünmeye başladığında insan bir karar vermek durumunda kalır. Doğru karar vermesi kendi yararınadır, yanlış karar verirse gelecek hayatı mahvolur.
Bu konuda Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: “Akıllı/zeki kişi, nefsine hakim olan ve ölümden sonrası/ahireti için çalışan kimsedir. Âciz/akılsız ve beyinsiz kişi de nefsini heva ve hevesine tabi kılan ve Allah’tan (olmayacak) temennilerde bulunan kimsedir.” (Tirmizî, Kıyamet 25.)
Sahabe’den biri; “Ya Resulellah! Müminlerin en akıllısı kimdir?” diye sorunca, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdular: “Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayat için en iyi hazırlık yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir.” (Kütüb-i Sitte Terc., 17/598.)
Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyrulmaktadır: “Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes pişmanlık duyar: Muhsin (iyi yolda) olan, hayrını daha çok artırmadığı için pişmanlık duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten alıkoymadığı ve kendisi için hayırlı işler yapmadığı için pişmanlık duyar.” (Tirmizi, Zühd 59, hadis no: 2405)
Aklın gereği insanın, ebedi hayat yeri olan ahiretini daha fazla düşünmesi, ona hazırlık yapmasıdır. Bu da ancak iman sahibi olmakla mümkündür. Hayatına İslam’ı hakim kılan ve onu en güzel biçimde yaşayan müminler, Allah’ın lütfu ve inayeti ile ebedi saadete, mutluluğa ve sürura erişeceklerdir. Âhireti düşünmeyip, oraya hazırlık yapmadan gafil gafil yaşayanlar ise, kurtulması güç uçurumlara yuvarlanacaklardır.
Bir insan kimseye muhtaç olmamak için bugünden yarınını düşünmezse, yarın da kimse onu düşünmez. Zira akıllı insan yazdan kışını, bugünden yarınını, dünyada iken ahiretini düşünen ve ona göre hazırlığını yapandır. Aksi halde hazırlıksız ve azıksız uzun sefere çıkan yolcu gibi pişmanlık ve perişanlık onun müstahakkı olur.
Hz. Ömer (ra), şöyle demiştir; “Hesaba çekilmezden önce kendi kendinizi hesaba çekin. Büyük arz (duruşma) günü için hazırlık yapın. Ahiretteki hesap, ancak dünyada nefsini hesaba çekmiş olanlar için hafif ve kolaydır.” (Tirmizi, 25)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri ihlası muhafaza etmenin en önemli sebeplerinden biri olarak ölümü düşünmek olduğunu şöyle ifade eder: “İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, Rabıta-i Mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani: Ölümünü düşünüp, dünyanın fani olduğunu mülahaza etmek, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.” (Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a)
Adamın biri Allah’ın ermiş kullarından bir zatı ziyaret eder! Ancak onu yalnız başına kaldığı bir medresede bulunca, üzülerek şunu sorar: Hocam, burada yalnız başınıza neyi bekliyorsunuz? Deyince ermiş zat: “Akıllı bir adam bekliyorum” diye cevap verir. Bir süre sessiz kaldıktan sonra tekrar; “Hocam beklediğiniz o akıllı adam kimdir?” diye sorar. Ermiş zat, şu veciz ifadeyle cevap verir: “Akıllı adam; yarınını bugünden, kışını yazdan, ahiretini dünyada iken düşünen, dünyaya nereden ve niçin geldiğini ve nereye gideceğini bilen adamdır.”
Evet, adam olmak, neyi, niçin, nerede ve ne zaman yapabilmenin bilincinde olmaktır. Dünyanın fani olduğunu bilen bir insan, bütün muhabbetini ona hasretmez, ancak onu tamamen de terk edip gözden çıkarmaz. Hem dünya hem de ahiret işlerini beraberce yürütür. Üstad Bediüzzaman Hazretleri dünya ile ahiretin muvazenesini şu harika cümleleriyle ifade eder:
“Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selametle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (Said Nursi, B.S, Mektubat)
Sonuç olarak ölüm bir son değil; başlangıçtır. Ölüm bir alemden bir başka aleme geçiş noktasıdır. Ölümü yok oluş, bitiş ve neticesiz olarak gören insanlar, hayatın da manasını anlamamışlardır. Onlar için hayat, tesadüfler oyuncağıdır, kabir karanlıklara açılan bir kapı, ecel bütün sevdiklerinden bir daha kavuşmamak üzere bir ayrılıştır. Bunun için ahirete inanmayan kimsenin ruhu her zaman acı ve ıstırap içindedir; dehşet ve vahşet içindedir.
Ancak hayatı doğru anlayan müminin ona bakış açısı farklıdır. Ona göre “dünya ahiretin tarlasıdır.” Burada ne ekersen orada onu biçersin. İşlenen hiçbir amel karşılıksız kalmaz; iyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün de karşılığı kötülüktür. Bu bakımdan mümin, henüz amel yeri olan dünyada iken iyilikler yapmaya çalışır. Hesabının doğru ve sağlam çıkması için hazırlığını iyi yapar. Umulur ki, Rabbi de onu mahcup etmeyecek mağfiretiyle karşılayacaktır. Öbürü ise akılsızlığının cezasını çekmek üzere çetin bir hesaptan sonra cehennemi boylayacaktır.
Mehmet Şenlik