"Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz" (Ankebut:57)
Dünya hayatına fazlasıyla heves eden herkes er veya geç ölecektir. Hiç kimse bu dünyaya ebedi yaşamak için gelmemiştir. Bunun için asıl gayemiz, hayatı kurtarmak ziyade, imanımızı nasıl kurtaracağımız olmalıdır. Nasıl olsa sonunda O'na döneceğiz.
Eğer hayatınızı kurtarmak için imanınızı kaybetmişseniz, haliyle ahiretteki akıbetiniz de farklı olacaktır. Eğer imanınızı korumak için hayatınızı feda etmişseniz, sonuçta bunun tam tersi olacaktır. Bu nedenle sadece O'na döndüğünüzde yanınızda ne götüreceğiniz konusunda çaba ve gayret sarf etmelisiniz. Beraberinizde yaşamak için feda ettiğiniz bir iman mı, yoksa inancınız için feda ettiğiniz bir hayat mı götüreceksiniz?
Ağızların tadını kaçıran ölüm gerçeğiyle yüzleşmek insanlar için mukadderdir. Bu durum mutlak kader olup değiştirilemez de. Yani insanın ihtiyarı burada söz konusu değildir. Allah Resulü( s.a.v) :"Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça anın" buyurmuşlardır. O'ndan kaçış yoktur. Ölümün bizi nerede ve ne zaman bulacağını soruyorsanız bu belli değildir. Bize düşen, kulluğumuzun gereğini yerine getirerek onu her yerde beklemek en doğru olanıdır.
Bütün canlılara hayat nimetini bahşeden Allah, ölümü de yaratmıştır. Halbuki ölüm bir güzelliktir, ancak perde gerisinde bu güzellik bir sır olarak kaldığından, onu idrak edememekteyiz. Rahmetli Necip Fazıl ne güzel söylemiş:
"Ölüm güzel şey budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öyle ise ölüm olayı karşısında kişiye yakınmak değil, sığınmak yaraşır. İnsanı çevreleyen hastalık, gurbet ve esaret gibi şartlar her ne kadar olumsuz telakki edilse de, aslında perde gerisinde birçok hayrı ve güzelliği barındırdığı gibi ölüm de barındırmaktadır. Her ne kadar bu şartlar bedenimizi kuşatıp esir alsa da, ruhumuzu asla esir alamaz.
Herkesin başına ölüm gibi büyük bir dava açılmıştır. Ölüm, gurur ve kibir dağlarını yerle yeksan eden büyük bir hakikat olarak gündemi meşgul etmiş bulunmakta. Abdullah b. Mes'ud Bedir Gazvesinde Ebu Cehil'in son demlerini şöyle anlatır: "Ben onu, son dakikalarını yaşadığı sırada buldum ve tanıdım, boynuna ayağımla bastım ve:
"Ey Allah'ın düşmanı! Allah seni zelil ve hakir kıldı, değil mi? dedim. O, "Allah beni ne ile zelil ve hakir kıldı? Kavminin öldürdüğü adamdan, benden daha üstün kim var? Ey koyun çobancığı! Sen çetin ve erişilmesi çok güç olan bir tepeye çıkmışsın! Sen onu bırak da, bana haber ver, bu gün devran kimindir?" dedi.
Devrin firavunu, cehennemi boylamaya ramak kala bile küfründen vazgeçmiyor. Adam, küfrüne bağlılık konusundaki samimi davranıyor. Acaba bizler imanımıza bağlılık hususunda samimiyet testinden geçebiliyor muyuz?
Ali Şeriati: "İnsan hayatında devamlı kendi çehresini gizler. Devamlı diğerlerinin gözüyle görünen bir çehrenin altında gizlenir, yani maske kullanır. Sadece iki yerde maske kullanmaz: Zindan hücresinde ve ölüm döşeğinde. Bu iki yerde herkesin gerçek çehresini görebilmenin değerli fırsatı elde edilir. Özellikle insan ölüm korkusunu aldığında samimileşir. Can çekişme sırasında herkes "kendisi" olur. Ölüm dehşeti onu öylesine ürkütür ki gösteriş ve tezahür (ikiyüzlülük) yapma fırsatı kalmaz.
Ölüm bilinmesi ve öğrenilmesi gereken bir sanattır. Güzel ölen insanlar pek azdır. Ben, uzun zamandan beri tarihi inceleyerek "güzel ölen" insanları bulmaya çalıştım. Çok güzel ve görkemli "ölenleri" buldum. Kuşkusuz nasıl ölmeli sorusunu bilenler, nasıl yaşamalı olgusunu da bilirler. Çünkü yaşamanın nefes almadan ibaret olmadığını, ölümün de büyük bir iş olduğunu, hayat gibi önemli bir iş olduğunu bilirler."
Herkes öldüğü tarzda yaşar. Var olduğu gibi de ölür. En meşhur ölümlerden biri Rum'un yürekli imparatoru Vespasin'in ölümüdür. O, ölüm döşeğine düşüp can çekişiyordu. Subayları yatağı kenarında dizilmişlerdi. O, ölümün gırtlağına gelip dayandığını hissedince yerinden fırlayıp: "Bir imparator yatarak ölmemelidir!" diye feryat etti. Ve subaylarının kucağında dimdik ayaktayken öldü.
Ölüm çok görkemlidir. Fakat güzellikleri ve görkemlilikleri öylesine ince ve derindir ki, büyük şeyleri gören gözler onu görmez. Bu gözler, savaşın görkemli sahnesini, kılıcın güzelliğini, desenli bulutun inceliğini ve yumuşaklığını hissettikleri halde bir ruhun görkemliliğini, bir düşüncenin güzelliğini, bir ihtiyacın inceliğini kavrayamazlar.
Muhammed(a.s.)'in ölümü de bu türdendir. Kılıcın parıltısı, kan dalgası, hışımlı atların kişnemesi ve kahramanca recez feryatları ile süslenmemiştir. Bu nedenle nuru az olan gözler onun güzelliğini asla görememişlerdir."
Hayatı iman ve cihad bilerek şerefli bir ölümü tercih edenlere selam olsun!