Çözüm sürecinin, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005’teki Diyarbakır konuşmasıyla işareti verilen ve 2009’da başlatılan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ve demokratik açılımın devamı niteliğinde bir proje olduğu biliniyor.
Süreç 16 Temmuz 2014’te Resmi Gazete’de Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun adıyla yayınlanarak kanunlaşmıştır. Sözü edilen tarihten bu yana özellikle dindar Kürt halkı için çözüm pek fazla bir şey ifade etmedi. Bunun delilleri, İslam’ı referans alan HÜDA PAR ve ona yakın derneklerin sistematik bir şekilde süreç boyu saldırıya uğraması ve gönüllülerinin katledilmesidir.
Aslında bunun zararı dolaylı olarak herkese isabet etmiştir ama direkt olarak bundan “nasiplenmeyen” birey ve kurumların söz konusu faciayı görmemeleri veya hiçbir şey olmamış gibi davranmaları vaki olan gerçeği değiştirmez.
Çözüm süreci Mustazaflar Camiası için barış süreci olmamıştır. Hatta sürecin bir tarafı olan PKK’nin, kendisine dönük müsamahadan yola çıkarak rakip gördüklerine karşı pervasızlığı, durmak şöyle dursun bilakis artmıştır. 2014 yerel seçimlerinden önce HÜDA PAR’a dönük saldırının sayısı 200 civarıdır. Ve bütün bunlar “Barış süreci” döneminde meydana gelmiştir.
Fakat özellikle Bölge insanının umudu haline dönüştürülmeye çalışılan ve adına barış veya çözüm süreci denilen süreç, özellikle son günlerde ölüm, yıkım ve ateş sürecine dönüşmüş durumda. Hatta son eylemler, aslında PKK’nin süreci kendi açısından bitirdiğinin kanıtı.
Bu süreç, normal seyrini almadığı müddetçe, buradan bunu yazmaktan usanmayacağız ve siz değerli okurlar da bunu okumaktan bıkmayacaksınız, bıkmamalısınız.
Çözüm süreci Yasin’in, Riyad’ın, Turan’ın, Ubeydullah’ın ve diğer Kürtlerin ölümü şeklinde algılanıyorsa hiç kimse kusura bakmasın bunun çözüm süreci olmadığını ifade etmekten geri durmayacağız. Birileri bu tekrardan sıkılabilir. Ama canı yanan halklar bunu her geçen gün daha bir gür sesle, kurban verdikleri canları da ortaya koymak suretiyle dile getirmekten çekinmeyeceklerdir. Çözümü Mustazafların kanının akıtılmasında gören zihniyetin derdi, çözüm veya barış olamaz. Bunu haykırmak bizim görevimizdir. Bunların tekrarı, stratejileri gereği sağır ve kör olanların hoşuna gitmeyebilir. Ama ortada bu kadar kıyılmış can varken birilerinin keyfi için dilsiz olacak da değiliz.
Bütün bu tedhişatın kimi zevatın ‘Kürt siyasal hareketi’ diye tabir ettikleri kişilerin altından çıktığı açıktır. Tabi bunun arka planında Öcalan ve diğerleri vardır. Dicle Üniversitesi olaylarında “Bize baltalarla gelirlerse biz onları temizleriz” diyen Öcalan, olayların yalan seyri üzerine talimat veriyordu. Zaten hep böyle yalan yanlış bilgilerin arkasına gizlenerek vahşet sergilemiyorlar mı? İşbirlikçi, hain, IŞİD’çi yakıştırmalarıyla insanları katlettikleri gibi Kutlu Doğum afişlerini asanları da ‘üzerimize baltayla gelenler’ diye ilan edip bıçaklarla saldırmadır mı? Yoksa burada baltalarla falan saldıran yoktu. Bunu herkes de biliyor.
Diyarbakır 6-7 Ekim olayları da yalan ve iftiralar üzerine başlatıldı ve birçok Müslümanın kanına girildi. Hedef gösteren de HDP’nin il başkanıydı. “İlimizde bu kadar IŞİD destekçisi dernek var” deyip adeta hücum diyen kişi, basına yansıdığı kadarıyla oydu.
HDP’nin çağrısıyla gerçekleşen eylemlerde milyonlarca lira maddi zararın yanında 40’tan fazla insan öldürüldü. Bundan ders alınmamış ve pişmanlık duyulmamış olunacak ki, yine HDP/PKK ve bileşenlerinden, “şiddete başvurulmasın” kaydı bile düşülmeden ve adeta geçen sefer işlenen bütün cürümler üstlenircesine “bir kez daha sokağa çıkalım” çağrısı geldi. Belki de bu sefer, dünyaya ne kadar masum(!) ve insancıl gösteri yaptıklarının gösterişi için sağa sola saldırmazlar ancak açıklamada “Biz aşağıda ismi bulunan partiler ve kuruluşlar bu çağrıya katılıyoruz ve direnişin başından beri Kobanê’ye desteğini sunan halklarımızı, 1 Kasım’da bir kez daha sokağa çıkarak küresel eyleme güç vermeye çağırıyoruz” deniliyor ve şiddete başvurmama konusunda bir uyarı yer almıyor. Bekleyip göreceğiz hep beraber.
Açıklamada ayrıca, ABD’li Noam CHOMSKY ve Nobel Barış(!) Ödülü Sahibi Adolfo Perez ESQUIVEL’in de Kobani için çağrıda bulunduğu ifade ediliyor. Chomsky, 7 Aralık 1928’de Pensilvanya’da doğdu. Rus göçmeni William Chomsky’nin oğludur. N. Chomsky dilbilimi çalışmalarının yanı sıra Kuzey Amerika’nın en önemli sol politikacılarından biri sayılır. Babası İbranice öğretmeniydi ve Ortaçağ İbranice dilbilgisi üzerine hazırlanan bilimsel bir dergiyi çıkarmaktaydı. İlk eğitimini Philadephia’daki Oak Lane Country Day Okulu’nda ve Central Lisesi’nde aldı. 1940 ile 1945 yılları arasında New York şehrinin anarşist-sosyalist Yahudi entelektüel cemaatinin çalışmalarıyla haşır neşir oldu ve Arap-Yahudi işbirliği için çalışmak üzere israile göç etmeyi planladı.
İspanyol kökenli Arjantinli Perez Esquıvel ise, 1960’larda Latin Amerika Hristiyan pasifist gruplar ile çalışmaya başladı. Pérez Esquivel, 1975 yılında Brezilya Askeri Polisi tarafından gözaltına alındı. Latin Amerika ve Kuzey Amerika piskoposları ile birlikte, 1976 yılında Ekvador’da hapse atıldı.
Anlayacağınız bu işin arkasında, önünde ve içinde ya gazeteci kılıklı Alman ajanlarıyla Ortadoğu jandarmalığına soyunan katil ABD’nin bölge konsolosu(valileri) ya da Amerikan-Rus menşeli sözde barış havarileri Yahudi ve Hristiyanlar vardır. Müslüman Kürt halkını sokağa çağıranlar, Bölge’ye rengini vermiş meşayıh ve âlimler ile onların takipçileri Müslüman önderler değildir. Ne zamana kadar oynanan oyunun figüranları olmaya ve atılan darbelerle sersemleşmeye devam edeceğiz. Bunu sezmek ve ona göre tavrını belirlemenin zamanı gelmedi mi?
Selam ve dua ile…