Miladi takvim hesabına göre; bir yılı daha geride bıraktık. 2016 yılı, İslam ümmeti için en karanlık sayfalardan birisi olarak tarihte yerini aldı. İslam ümmeti açısından, koca bir yıl kayıp olarak geçti. Değerlerimiz, benliğimiz, varlığımız ve zenginliklerimiz; adeta küfür ve zulüm değirmeninde öğütüldü. Özellikle İslam ümmetinin siyasal eksende ayrışmasının acılarını hep beraber yaşadık. Küresel arenada tek ümmet yerine, bölünmüş kalabalıklar olarak yerimiz aldık. İnsanlığın umudu ve selamet sahiline çıkaran sefine-i necatı olması gereken İslam ümmeti, kendi yaralarını bile sarmaktan aciz kaldı. Daha önceki yıllardan gelen birikmiş sorunlara yenileri eklendi. Görüldü ki, sorunların çözümüne dönük ciddi bir irade ortaya konulmadığı zaman, değil bir yıl, bir asır geçse de sorunlar dağ gibi birikiyor, çözülmüyor. İnsanlık açısından misyonumuzu ifa edebilmemiz için, evvela kendi sorunlarımızı değerlerimiz çerçevesinde çözmemiz lazımdır. Yaşamış olduğumuz tecrübeler, bizlere ısrarla vahdet ve ittihad istikametini gösteriyor. Biz görmek istemesek bile, tarihi ve güncel tecrübeler, İslam ümmetinin istiklal ve istikbalinin kavşak noktasının vahdet olduğunu gösteriyor. Fitne, ihtilaf, parçalanma ve bölünmüşlüğün, hiç bir derde şifa olmadığı görülmüştür. Tam tersine bütün acılarımızın kaynağının bu hastalık olduğu müşahede edilmiştir. İhtilaf hastalığı, bünyemizi kemiren bir kurt, bir urdur. İslam kültür külliyatı ve yaşanmış tecrübeler, bu gerçeği önümüze koymuş iken, hala denenmiş ve zararı açıkça görülmüş siyasi tercihlerde diretmek, tam bir akıl tutulmasıdır. Elbette yıllardır birikmiş sorunları bir çırpıda çözmek kolay değildir; ama bu sorunları çözme iradesi ortaya konulmalıdır. Zora talip olmak lazımdır. Sahip olduğumuz misyon için, hatta çok daha fazlasını yapmalıyız. Çünkü insanlığı selamet sahiline çıkaracak olan; bizim davamızdır, vereceğimiz mücadeledir. İslam davası, insanlığın ufkunu aydınlatan bir güneştir. Bunun için her Müslüman'ın sorumluluk alması lazımdır. Zulmün ve küfrün teslim aldığı mazlum halkların ümidi, adaleti ayakta tutacak olan adil şahitlerdir. Bu adil şahitlerin de misyonlarını ifa etmesi için, ittihadı düstur edinmesi lazımdır.
Böyle tarihi bir sorumluluk ile karşı karşıya iken, bütün bunları unutmak ve kısır siyasi çekişmelerin atmosferinde boğulmak, bizi büyük bir sorumlulukla karşı karşıya bırakır.
Şu kesin hakikati herkesin görmesi lazımdır:
İslam ümmetinin hiçbir halkı, mezhebi ve meşrebi tek başına bu kutlu misyonu ifa edemez, temel hak ve özgürlüklerini muhafaza edemez. Bunun da ötesinde evrensel kurtuluş misyonunu ifa edemez.
Ya hep beraber adalet ve özgürlük temelinde, vahiy atmosferinde yeni bir dünya inşa ederiz ya da şu an yaşamakta olduğumuz zilleti tatmaya devam ederiz. Vahdette herkesin kazancı, ihtilafta ise herkesin zararı vardır. Kim ki bu ümmetin ihtilafına herhangi bir şekilde katkı sağlıyorsa, bilerek veya bilmeyerek bu ümmete düşmanlık yapıyor demektir.