Ortadoğu'nun hangi köşesinde olursa olsun doğrudan ABD'nin yaptığı ya da arkasında durduğu her stratejik hamlenin mutlaka somut adımlarla belirdiği bir nihai hedefi olmuştur. O da israil denen terör üssünün bir adım daha ileri gitmesini, birazcık daha genişlemesini, bir miktar daha yayılmasını sağlayacak şok atılımlar olmuştur.
Her dem “Gulyabani” tarzında avlamaya çalıştığımız ama bir türlü somutlaştıramadığımız “siyonizm'in yayılmacılığı” gerçeğinin nüksettiği nokta tam da burasıdır.
Kendi coğrafyamızda sahte “yayılmacı” roller yükleyip peşine düştüğümüz “Yerli Gulyabani”lerin arkasında kendimizi heder ederken, siyonizmin dörtdörtlük yayılmacılık politikalarını ıskalamak, artık İslam dünyası için bir kural halini almış, bu da beraberinde tipik bir zihniyet sorununu getirmiştir.
Siyonizmin yayılmacılığı derken belki de çoğumuz israil denen terör unsurunun gelip doğrudan Şam'ı, Beyrut'u, Bağdat'ı, Tahran'ı, Ankara'yı, Riyad'ı ya da daha öz ifadeyle Kızıldeniz'den Fırat'a kadar olan alanı işgal edip devasa bir imparatorluk kurmasını anlıyoruz. Oysa devir değişti, işgal yöntemleri farklılaştı, savaş yöntemleri tarihin en karmaşık, en komplike evresine dönüştü.
Gerçek manada alınan “ilhak” kararlarını yeni gerçekleşen bir işgal eylemiymiş gibi algılayıp belki bir haftalığına, belki bir aylığına değişik protesto etkinlikleriyle kınıyoruz. Elbette kınayacağız, tepkilerimizi ortaya koyacağız. Ama protesto mesaisinin bitimi sonrası sanki amaç hasıl olmuşçasına “Gönül rahatlığıyla” evlerimize döndüğümüzde bizim için her şey bitiyor ve filmin “mutlu son”unu yaşayan kahramanlar gibi her şeyi unutuveriyoruz.
Oysa işgal, ilhak, yayılmacılık gibi siyonizmin genetiğini oluşturan olgular dinamik olgulardır ve süreklilik arzeden bir özelliğe sahiptir. Siyonizmin güvenliği ve yayılmacılığı artık sadece Filistin topraklarıyla sınırlı değildir. Bugün Müslümanları idare eden bilumum yöneticilerin zihin dünyası Netanyahu'nun zihin dünyasıyla eş değer hale gelmişse, Müslüman halkların aleyhinde Müslümanların başkentlerinde alınan kararlar Tel Aviv'de alınan kararlarla yarışır duruma gelmişse, siyonist şeflerinin “İbranice” beyanatları lider pozisyonundaki Ahmet'in, Mehmet'in politik vizyonuna dönüşmüşse, Müslümanların sokağında cereyan eden vukuatlar Müslümanların gözüyle değil de Lieberman'ın bakış açısıyla değerlendirmelere konu oluyorsa, siyonizmin hedeflediği işgal ve yayılmacılığın boyutlarını bir kez daha düşünmekte yarar vardır.
Mesela Filistin-Gazze dediğimizde aklımıza ilk gelen uygulamalardan birisi ambargo olmaktadır. Ambargo denince israil faktörü gözlerimizde canlanmaktadır. Oysa ambargo gerçeğini ölümcül kılan asıl faktör Tel Aviv değil Kahire'nin ta kendisidir.
Mesela siyonist rejim için korsan tabirini kullanıyoruz, çünkü kurulduğu alan tamamen gasp edilmiş bir alandan oluşuyor. Oysa 1967 sınırları çerçevesinde “İki devletli çözüm” önerisini “BARIŞ PLANI” diye dolaşıma sokmak, siyonizmin meşruiyeti yolunda atılan ilk kalıcı ve gerçekçi adım olmuştur. Bu adım ise Tel Aviv'den değil Riyad'dan gelmiştir ve “Arap-İslam Barış Planı” olarak tescillenmiştir. Bu durumu belki mevcut şartlar çerçevesinde “makul” görenler çıkmıştır. Oysa siz 1967 sınırlarını kabul ettiğinizde siyonizmin bundan memnun olmak yerine 1982 sınırlarını zorlayarak fiili işgali ilhaka dönüştürüp tamamlama kapısını aralamış olmaktasınız. Zaten Kudüs'ün bir bütün olarak ilhakı anlamına gelen Trump'un kararının ilham noktasını da bu durum oluşturmuştur.
Elbette Filistin meselesinin, Kudüs meselesinin ve siyonizmin işgalci konumunun bölgenin tamamını ilgilendiren yüzlerce parametreleri bulunmaktadır. Müslümanlar yüzlerce parametreyi barındıran bu meseleyi genellikle işgal edilmiş Filistin topraklarını beton perdelerle çevreleyen sınırlara hapsedilmiş daracık bir alanla sınırlı tutarak meseleye yaklaşmaktadır. Siyonizm ve hamileri ise aynı meseleye Ortadoğu'nun genelini kapsayan devasa alan çerçevesinde bakmaktadır ve Ortadoğu'nun herhangi bir köşesinde çıkardıkları huzursuzlukları israil lehine yontmanın hesabını yapmaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar olarak bir ufuk açmazımız, zihin sorunumuz bulunmaktadır. Bölgenin geneline oranla haritada bulunamayacak kadar küçücük bir yer kaplamasına rağmen Müslümanlar için Kudüs-Filistin; siyonizm için Kudüs-israil meselesi tüm bölgeyi etkileyen bir etki alanına sahip durumdaysa, öncelikle meselenin büyüklüğü ve kapsayıcılığı konusunda zihin dünyamızı ciddi bir revizyondan geçirme zorunluluğumuz hasıl olmaktadır.
Siyonizmin aleyhine sarf ettiğin sözlerin, attığın sloganın, kıldığın gıyabi cenaze namazının dahi hesabı senin “işgal edilmemiş” ülkende, kimi zaman ikamet ettiğin şehrinde, kasabanda senden soruluyorsa bu durum işgal vahametinin vardığı boyutları ortaya koymaya yetmektedir.
“Peki, çözüm nedir?” diye her eleştirinin arkasından gelen klasik bir soru vardır.
Siyonizm denince İslamdışı unsurlar için devreye giren bir kural vardır. İslam dünyasına dönük atılan her adımda mutlaka israil için hangi kazanımların olması gerektiğine dair ciddi bir “Kâr oranı” hesaplaması devreye girmektedir. Gerçekleşmesi gereken bu “Kâr oranı” konusunda küfür ve nifak cephesi arasında müthiş bir birliktelik ve eşgüdüm devreye girmektedir. Hani dilimizden düşürmeyip hep uzak kaldığımız “VAHDET” var ya, işte o durum…
Bu stratejiye karşı koymanın yegâne yolu da siyonizm lehine cereyan eden bu stratejiye karşı daha kapsayıcı bir stratejik kafaya sahip olmamızdır. İlk etapta amacını çözmekte zorlanacağımız herhangi bir müdahale karşısında kendi içimizdeki “Günahkarları” bile sorgulamadan önce bunun siyonizme taalluk eden boyutuna odaklanmamız gerekmektedir. Ortadoğu'nun en ücra köşesinde bile olsa her hamlenin mutlaka siyonizm için ciddi bir “Kâr oranı” barındırdığını hesaplamamız gerekmektedir.
Özellikle Ortadoğu'da girişilen her işgalin, yapılan her saldırının, çıkarılan her fitnenin mutlaka siyonizmin yayılmacılığını ilgilendiren bir yanının bulunduğunu ve tavrımızın öncelikle bu noktada yoğunlaşması gerektiğinin bilincinde olmamız gerekir.
Son çeyrek asırdan bugüne sarkan olaylar karşısında vurguladığımız noktada uyanık olmayı becerebilseydik, hâlihazırda içimizde israil adacıklarının yeşermesinin belki önüne geçebilir, bu adacıkların Trump'un bugünkü kararı için dolgu malzemesi haline dönüşmesinin önüne geçebilirdik.