Dindar bir iş adamı olan Ahmet Bey, Oğlu Hasan’a nasihat ediyordu.
– Oğlum Hasan, ben öldüğüm zaman sakın benim malımdan fakirlere vermeyi unutma. Allah yolunda bol bol infak et, yoksulların yüzünü güldür. Benim ruhumu huzura kavuşturacak iyilikler yap.
On beş yaşlarındaki zeki bakışlı Hasan sessizce babasını dinliyordu. Babasının nasihatlerine ne olumlu ne de olumsuz hiçbir tepki vermiyordu. O esnada elektrikler gitti. Elektriklerin gitmesiyle avludaki köpek havlamaya başlamıştı.
Ahmet Bey, oğluna;
– Hasancığım, dedi. Bir fener al gel, avludaki köpek niye havlıyor bir bakalım.
Hasan, babasının isteğini yerine getirdi. Babası önde, elindeki fenerle Hasan arkada karanlık merdiveni inmeye başladılar. Dar merdiven zifiri karanlıktı. Fenerin ışığı yeterince önlerini aydınlatamıyordu. Hasan, fenerin az ışığını da babasının önüne tutmuyor, daha çok sırtına veriyordu.
Ahmet Bey, oğlunun bu garip davranışının farkına vardı. Onu uyardı.
– Oğlum, ne yaptığını sanıyorsun sen? Önümü aydınlatacağına ısrarla fenerin ışığını sırtıma tutuyorsun. Düşmemi mi istiyorsun yoksa?
Hasan, babasına cevap vermedi. Israrla fenerin ışığını babasının sırtına tutmaya devam etti. Babasının birkaç defa tekrarladığı uyarıları duymazdan geldi.
Ahmet Bey karanlıkta, el yordamıyla merdivenleri inmeye çalışırken dengesini kaybetti. Büyük bir gürültüyle basamaklardan aşağıya yuvarlandı. Hasan, babasının kopardığı korku çığlığıyla şaşkına döndü. Yaptığından pişmanlık duymuş bir davranışla yutkundu. Hemen babasına doğru koştu. Tam o sırada elektrikler gelmiş, ortalık aydınlanmıştı.
Ahmet beyin kafası kırılmış, elbiseleri kan içinde kalmıştı. Hasan, acı içinde kıvranan babasının kollarından tutup kaldırmak istedi. Ahmet Bey öfkeyle bağırarak oğlunu itekledi. Tek başına doğruldu. Acı içinde inleyerek odasına döndü.
Evin hanımı koşarak gelmiş, Ahmet beyin haykırışlarını duyup gelen komşular onu hastaneye götürmüşlerdi. Ahmet Bey, Hasan’la konuşmuyordu. Ona küsmüştü. Onu gördükçe;
– Nankör evlat! Diye mırıldanıyordu. Ben kalkmış ondan ne istiyorum? Bir an önce ölmemi isteyip malvarlığıma konmak isteyen birinden benden sonra adıma hayır işlemesini tavsiye ediyorum.
Hasan’ı gördükçe bunları söylüyor, onu nankörlükle suçluyordu. Hasan sonunda dayanamadı. Mahcup bir şekilde babasının dizine kapandı.
– Sevgili babacığım! Dedi. Affet beni. Böyle olmasını istememiştim. Düşeceğini bilseydim böyle davranmazdım. Ben aklımca size bir mesaj vermek istemiştim.
Ahmet Bey şaşkınlıkla oğluna baktı.
– Ne mesajı?
Hasan saygılı bir ifadeyle:
– Babacığım, diye konuştu. Siz öldükten sonra sizin adınıza yapılacak hayırlar fener ışığının sırtınızı aydınlatması gibidir. Size fazla bir faydası olmaz. Ahirette çok cılız bir yarar sağlar size. Siz daha sağken hayırlar işleyip yoksulları doyurun. Kendi ellerinizle yaptığınız sevaplar kandilin önünüzü aydınlatması gibidir. Sevaplarınızı önceden gönderin, önünüzü önceden aydınlatın. Size bu mesajı vermek istemiştim. Affedin beni!
Ahmet Bey, oğlu Hasan’ın ince zekâsı ve iyi niyeti karşısında çok duygulandı. Gözyaşları arasında oğluna sarıldı. Baba-oğul gözyaşları arasında birbirlerine sarılmış sevinç gözyaşları dökerken, Ahmet bey:
– Rabbim! diyordu. Böyle salih bir evladı bana nasip ettiğin için sana şükürler olsun!