Bitlis Eğitim Kültür, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (BEST-DER) tarafından Vefatının yıl dönümü münasebetiyle "Üstad Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama" programı düzenlendi.
Dernekte düzenlene program, Ömer Işık hocanın okuduğu Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayıp, Bediüzzaman’ıın hayatını ve mücadelesini konu alan sinevizyon gösterimiyle devam etti.
Düzenlenen programda bir konuşma yapan bölgenin önde gelen âlimlerinden Molla M. Beşir Varol, her yüzyılda bir kainatın sahibi olan Allah'ın bu ümmet için bir müceddid gönderdiğini hatırlatarak, Üstad Bediüzzaman'ın da bu müceddidlerden biri olduğunu belirtti.
Varol, "Müceddid ümmete, Allah’ın ahkâmlarından gerekli olan şeyleri hatırlatıp öğretiyor. Unutulan şeyleri hatırlatıyor. Asra ve zamana göre gelen şeyleri de güncelleştiriyor. O şekilde kıyamete kadar İslam gündemden düşmüyor. Her asra göre İslam’da cevaplar vardır. İnsanlara ne gerekirse var. Eğer, Kur’an ve sünnette kıyamete kadar insanların hayat şartlarına göre cevaplar olmasaydı, kâinatın sahibi başka bir peygamber gönderecekti ve insanlara öğretirdi." dedi.
"Üstat Bediüzzaman, ümmeti tekrar toparlamak için, eski gücüne getirebilmek için, İslam akidesine çok önem veriyordu." diyen Varol, şunları söyledi: "Üstat Bediüzzaman, ‘Eğer, Mevlana benim asrımda gelseydi, o benim mesnevimi yazardı. Eğer, ben onun zamanında gelseydim, ben de onun mesnevisini yazardım.’ diyor. Yani Mevlana kendi mesnevisi ile kendi asrına, zamanına ve çağına tedavi olmuştur. Reçete sunmuştur. O zaman, bunu gerektiriyordu. . Ama Üstad Bediüzzaman’ın asrında da Risale-i Nur gerekiyordu. O da Risale-i Nur’u bize yazdı. Risale-i Nur’un hemen hemen yüzde 90'ı akidedir. Bugün hakikaten iman tehlikededir."
Avrupa’nın, Müslümanların akidesini bozmak için yüzlerce kez haçlı seferlerini düzenlediklerini, Müslümanlarla Kur’an arasına mesafe koymaya çalıştıklarına dikkat çeken Varol, ecdadın sağlam olan akidesinin neticesinde, bu saldırıları püskürterek, hüsrana uğrattıklarını ifade etti.
"Müslümanlar ile Kur’an arasına mesafe koyabildiler"
Varol, "Avrupalılar anladılar ki kaba güçle, ordularla İslam ümmetini yenemezler. Bu sefer ne yaptılar? Dediler ki ‘Bunların akidesini bozalım. Kur’an-ı onların elinden alalım. Onları Kur’ansız bırakalım. Onların akidelerini bozalım. Ancak bu şekilde biz bunlara galip gelebiliriz. Yoksa onlar u Kur’an-ı anladıkça ve bu güçlü imana sahip oldukça, biz onları yenemeyiz.’ dediler. Kendi şeytanlıkları ile bu sefer İslam ümmetinin, Müslümanların akideleriyle oynamaya başladılar. Kendi romanlarıyla, felsefeleriyle, medyalarıyla, birçok araç gereçleriyle saldırıya geçtiler. Gerçekten İslam ümmetinin akidesini büyük çapta bozdular. Müslümanlar ile Kur’an arasına mesafe koyabildiler. Şu anda bu hüsran halimiz, bu perişan halimiz, bu devletsiz halimiz, halifesiz halimiz, şu anda onun neticesidir." diye konuştu.
"Müslümanlar hayatını Kur’an ve sünnete göre ayarlamalı"
Varol, sözlerini şöyle sürdürdü: "Müslümanlar böyle büyük zatlardan, büyük üstadlardan ders almaları lazım. Üstadın hayatını okumak, sadece okumak için değil, bununla amel etmek lazım. Şu an biz gece gündüz Allah’ı övsek, ama Allah’ın Kur’an’ına göre hareket etmezsek, amellerimizi, hayatımızı, hareketimizi Kur’an’a göre ayarlamazsak bu bizi kurtarmaz. Hazreti Peygamber'i sürekli methetsek, ama sünnet-i seniyyesine tabi olmazsak, o bizi kurtarmaz. Üstad çok âlimdi, çok büyüktü, çok rehberdi desek ama hayatımızda Risale-i Nur’u tatbik etmezsek, üstadın yaptığı tebliği gece gündüz tebliğ etmezsek, o övgüler bize bir fayda getirmez. Böyle kuru kuru övgüler boştur. Eğer yaşarsak, işte o zaman değer kazanıyor. İnsan övdüğü insana tabi olsun. Ona uysun, hayatını ona göre ayarlasın."
"İslam davası, insanları küfürden kurtarıp cennete gönderme davasıdır"
Varol, "İslam davası şiddet davası değildir. İslam davası, insanları öldürüp de cehenneme gönderme davası değildir. İslam davası; insanları küfürden kurtarıp cennete gönderme davasıdır. İslam, selamet ve barış demektir. İslam davası budur. Fakat kâfirler ve zalimler şiddetten başka bir tercih bırakmazlarsa o zaman iş değişiyor. İzzet Allah’ındır, Peygamberindir ve müminlerindir. O ilahi mesaj ve ahkâm mutlaka insanlara ulaştırılmalıdır. Tebliğin yolunda engel ne varsa bu engel kaldırılmalı. Çünkü kâinatın sahibi, insanlara tebliğin ulaşmadan onlara azap vermez. Kâinatın sahibi, ‘Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Bir peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız.’ buyuruyor. Resul niçin geliyor? Allah’ın ahkâmlarını insanlara ulaştırmak için geliyor. Eğer, zalimler ve kâfirler tebliğin önünü kapatmazsalar, Müslümanlar hiçbir zaman şiddeti kullanmazlar. Kâinatın sahibi, ‘Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir.’ buyurmuştur. Fakat tebliğin önünü tıkandığı an işte o zaman engel olan neye mal olursa olsun, bu engel kaldırılır." dedi. (Şükrü Tontaş- İLKHA)