Yazımı yazarken takvimin Şeyh Ahmet Yasin’in şehadet gününe işaret ettiğini fark ettim. İzzetli, onurlu ve mücadeleci bir hayatın şehadetle noktalanan mükâfatı… Tarihte hep böyle olmuş, hep onurlu insanların adları altın harflerle yazılmış o altın sayfalara.
Neden böyle düşündüğümü veya buna neyin sebep olduğunu açıklamak gerekirse… Evet, bugün Şeyh Ahmet Yasin’i düşündüm; ama biri daha aklıma geldi. Şaron… İzzetsiz, onursuz ve rezil bir hayatın henüz ölmeden kendisini bu dünyadayken pespaye ettiği şahıs. Abarttığımı sanmayın. Hiç merak ettiniz mi Şaron nerede?
En son hastanede ve komada olduğunu okuyanlarınız olabilir. Uzun bir müddet komada iken hastane yönetimi masraflarını karşılayamayacağını bildirmiş ve ailesinin onu eve götürmesini istemişti. Ailesi ile hastane yönetimi arasında bu sebeple bir sürtüşme meydana gelmiş ve bu durum basına da yansımıştı.
Düşünebiliyor musunuz? Sen bir lider olacaksın ve sağlığında herkes etrafında pervane olacak. Öyle ki adın Sabra Şatilla Kasabı diye anılacak. Sonra bir hastalığa yakalanacaksın da işgalci siyonist senin ihlâsla(!) yaptığın bu hizmetlerinle(!) seni kahraman(!) ilan edecekken, sevginin(!) gönüllere yerleşmesi gerekirken, bitkisel hayat girmiş cesedini ne ailen ne de hayatını adadığın siyonist sistemin sahip çıkıyor.
Ölmen, bir an önce ölmen hepsinin ziyadesiyle memnuniyetine sebep olacak ki, bu bir gerçektir. Lakin öyle yağma yok.
Sen ki yaptığın onca katliam ve kasaplıktan sonra öyle hemen ölüp gideceğini yahut yatağında sessiz sedasız ruhunun alınacağını mı zannediyordun? Hesabın olabilirdi, ama unutma Allah’ın da bir hesabı var. Yaptığın zulmün karşılığı daha da uzasın ve o mazlumların ahı henüz bu dünyadayken seni tutsun da mazlumlar sevinsin diye daha çok çekeceğin var demek ki. Ölümün, bu aşamada bir kurtuluş olarak algılanacağı muhakkaktır. Lakin senin zulmüne ortak olanların da dünyadaki bu halinden bıkmaları ve seninle beraber çekmeleri onlara da bir mükâfat olsa gerek.
Bir ara gözlerini açması veya parmaklarını oynatması henüz hastanedeyken basına yansıyınca sesler yükselmişti. Sevinç olmadığı keskindi bu seslerin. Çünkü sessizliğe gömülen o sesler bir daha çıkmadı. Şaron o gün bugündür azabıyla meşgul bitkisel hayatta.
Bir insan ki hayatı Allah’a savaş açmakla geçmiş, mazlumları kıyımdan geçirmiş, hayırla mı yâd edilecek? Bu ona mükâfat olur. Şimdi yazımın başında neden önce Şeyh Yasin’i hatırladığımı anladınız mı? Kıyası bile yanlıştır.
Hatırlayınız kim Yezid’i hayırla yâd ediyor. Hz. Hüseyin ise asırlardır yaşıyor bu ümmetin koca gönlünde. Şeyh Yasin de yareni Dr. Rantisi de bir ömür ümmetin gönlünde izzetli ve onurlu duruşlarıyla yer alacaklardır. Allah, bir zalimi rezil etmek isterse her halde Şaron gibi yapar. Zannediyor muydu ki mazlumların bedduası onu yatağında mışıl mışıl uyurken öldürtecek.
O beddua ki, Allah ile arasında bir perdenin olmadığı bir bedduadır.
O beddua ki, mazlum yüreklere fersahlık verirken zalimleri de sürüm sürüm süründürecek.
O beddua ki, çocuğundan tut yaşlısına, tüm dünyanın ahına gark oluş bir evsafta.
Ahı tutmaz mı bu mazlumların, ahı tutmaz mı hedef tahtası yaptığın çocukların, kasaplığını yaptığın Sabra Şatilla’nın… Tutar ve böyle de süründürür tüm dünyanın, ailenin ve muhibbi olduğun sistemin gözleri önünde.
Onlar ölümünü dört gözle beklerken sevgin yerine, nefret ve usanç kalplerinde yeşerecek. Bir an önce senden kurtulmak isteyecekler/istiyorlar. Ama sen, sen bunları hiç düşünmedin. Zannettin ki dünya hep sana gülecek ve sen de bahtiyar olacaksın.
Evet, Allah sana hala ömür veriyor. “Femehhilil kafirine emhilhum ruveyda/ O halde kafirlere mühlet ver! Onlara biraz mühlet ver!” Lakin ömür verdikçe azabını da uzatıyor.
İşte adaletin, dünyaya yansıyan yüzü budur. Ben ahirette olacakları bilmem. Fakat Şeyh Yasin ve yarenleri yaşadıkça hayır ve rahmetle yâd edilirken, senin bu ahvalin zalimlere -eğer ibret alabilirlerse- ders olarak yeter de artar da.
Doğruhaber Gazetesi