İslam dünyasında “Batıcı edebiyatçılık” İslam’ın kültürel, sosyal ve siyasi etkinliğine karşı, Batı’nın yanında çalışan “Operasyonel” bir alan olarak doğdu.
İslam dünyasında istenmeyen her değişimin içinde bu operasyonel gücün payını bulmak mümkündür.
Bugün bu güç, “Medya” kapsamı içinde “Soft Power” olarak, “yumuşak (silahsız) işgal gücünün” iskeletinde yer almaya devam etmektedir.
Müslümanlar, çocuklarını 19. Miladi asırda Batı’nın fenini öğrenmek üzere Batı’ya gönderdiler. Batı, onlara hilelerini öğretip onları İslam dünyasına “silahsız bir işgal gücü olarak gönderdi; onlardan kimi zaman askeri-siyasi işgalin öncüsü, kimi zaman askeri-siyasi işgali kalıcılaştıran kültürel işgalin ‘kültür savaşçısı" olarak yararlandı.
19. Miladi asrın ortalarından bu yana, “Operasyonel edebiyatçılar”, Batı ülkelerinin konsolosluklarının, Yahudi-Rum azınlıkların, Batıyla çalışan işadamlarının patronluk veya desteğindeki gazetelerde kimi usta-çırak ilişkisi içinde, kimi baba-oğul silsilesiyle kültürel işgalde, beyin ve kalplerin iğfalinde görev almaya devam etti.
Başlangıçta bu düşünce İslam’a rağmen yayılamazdı. O dönemde Batıcı edebiyatçılar dine paralel(dine alternatif) üretilen ideolojileri İslam’a dost görünerek Müslümanlar arasında yaydılar.
Orta dönemde Müslümanlar iyice güçten düştü. Bunlar, İslam’a doğrudan düşmanlık yaptılar. Ateizmi, ahlaksızlık ve milliyetçilik atlarına bindirip Müslüman’ın kapısına indirdiler.
1980’lerden sonra İslamî şuur güç kazanınca bu Kürtçe işgalcileri tutumlarında ilk döneme döndüler; İslam lehinde parlak sözler söyleyip Müslümanların dikkatini çektiler ve bizi yozlaştırmanın yolunu aradılar.
Ahmet Altan, bu son türün simgeleşmiş bir örneğidir. Bilindiği kadarıyla ittihatçı bir dedenin torunudur. Babası da Türkiye İşçi Partisi’nin en parlak milletvekili olarak sol ideolojinin emeklilerindendir. Dolayısıyla aile, Batı Kültürünün sürekli bir kanalıdır.
Güzel söz söylemek eskiden beri değerlidir. Ama Türkiye’de İslam öncesi “Kutsal saz geleneğiyle” bir ilgisi var mı bilinmez, “güzel söz sahibi” bir de inanca dair bir iki söz etti miydi, onun bütün kötülükleri görmezlikten gelinir ve adeta mukaddesleştirilir. Bu da Türkiye’de İslam’a karşı doğrudan düşmanlık beslemediği düşünülen edebiyatçılara kalem gücünü aşan bir güç verir. Onlarda bir öncülük psikolojisi oluşturur. Bu psikoloji “aydın olma” kabulü içinde kolayca yansıtılır.
Altan, babasının kuşağına ait Aziz Nesin ve Musa Anter gibilerinin aksine İslam’a doğrudan karşı yazılar yazmadı. Aksine kimi zaman bir muvahidin kaleminden dökülme izlenimini veren köşeler kaleme aldı. Adı “Ahmet” olmasına rağmen yazıları İslam’la ilgili“dışarıdan” bir olumlu ses duyduklarında buna sevinçle sarılan Müslüman okurların dikkatini çekti. Buna dindar kesimin izlediği medyada onun eserlerini tanıtan kişiler de eklenince onun etrafında okumuş dindarlardan oluşan bir sempati kitlesi oluştu. “Ahmet Altan ne demiş, biliyor musun?” sözü sabah selamlamasını takip eder oldu.
Altan, bu genel ve özel koşullar içinde, 80’li yıllarda kitleleri “Müstehcenlik” üzerinden yozlaştırma girişiminin ön cephesinde yer aldı. Yakın dönemde onun İslam’la ilgili veya insan hakları hakkındaki parlak bir yazısının ardından, Batı ahlakında bile kerih görülecek bir eserini Ankara-İstanbul’da dindar bir gencin elinde görmek mümkün oldu.
Altan’ın son dönemde üstlendiği rol oldukça ilginç:
1. Tanzimat edebiyatının modernizme katkısı
2. Servetifünun edebiyatının Batıcılığı asabidiktatöryel bir kimliğe büründürmesi 3. Milli Edebiyatın ulusalcı cumhuriyetçiliğin önünü açması
4. 1960’lı yıllarda köy ve kenar mahalle edebiyatçılığının sisteme sol bir taban kazandırması göz önünde tutulduğunda bu rolün önemi daha da belirginleşmektedir.
Bu rol Yeni Türkiye’de yeni bir arayışın dış destekli öncül nesil sesi gibidir.
Öyle görünüyor ki dış güçler bir siyasi operasyon gereksinimi duyuyor ve bu operasyonu bir edebiyatçı üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor.
Eğer bu sadece bir tacizden, bir hizaya getirme çabasından ibaret değilse yakında bu çabanın ardılları görünmeye başlar.
Doğruhaber Gazetesi