İçinde PKK’nin de yer aldığı ulusal sol yapılanmalar, uluslararası sistem için bir tür “örgütlü muhbirlik” yapıyorlar. Bütün imkânlarını kullanarak İslami kesimleri uluslararası sisteme şikâyet ediyorlar.
Amaçları, dışarıda İslami kesimi uluslararası sistem nezdinde bir tehdit konumunda tutmak, içerde geçmişten gelen ve harekete geçmeye hazır kimi kuşkuları harekete geçirmek, böylece bir “güvenlik çemberine almak” ve halktan uzaklaştırmaktır. Onları bir asayiş ve güvenlik problemi konumuna sürüklemektir.
Sosyalizmin siyasi bir güç olarak çöküşünden önce ulusal sol yapılanmalar, dış güçlerin sadece istihbarat teşkilatları ile ilişki kurabiliyorlardı.
Bir sosyalist ve ulusal sol örgüt olarak PKK’nin de o dönemde Suriye ve Lübnan’da Fransız; Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimden dolayı Yunan, Ermenistan’la yaşanan tarihi problemden dolayı da Ermeni istihbaratıyla ilişkiler geliştirdiği dillendirilirdi.
Dünya iki kutupluluktan tek kutba geçti, güç dengesi yerini hegemonyaya bıraktı. Hegemonya tek gücün iktidarıdır. Hegemon güç, kendisinden başka güç tanımaz, bir gücün meşruiyetini ancak kendisiyle işbirliği koşuluyla kabul eder.
Geçmişte ellerinde güç bulunan devletler, sadece ulus devletlerle ilişki içindeydiler. Ulus devletlerde sivil toplum yok sayılırdı. Ulus devletler, az sayıdaki ve neredeyse hepsi yarı resmi sözde sivil toplum kuruluşlarının dış ülkelerle ilişki geliştirmelerinden rahatsız olur, çok kutuplu bir dünyada kutup değiştirme imkânının getirdiği kısıtlamayla büyük güçler, bu rahatsızlığı anlayışla karşılar, ulus devletin onayı olmadan sivil toplumla ilişki kurmaya çalışmazlardı.
Dünyaya yeni bir düzen verme iddiasında olanlar, yeni dönemde kendilerini dünyayı yönetecek güç, bir bakıma yeni dünyanın muhtarı, İslam’ı ise o gücü, o muhtarlığı tehdit eden tek düşman ilan ettiler. Ulus devletlerle kurdukları resmi ilişkinin yanında ulus devletler içinde yer alan sivil toplum kuruluşları ve hatta ulus devletlere karşı mücadele eden örgütlerle ilişki kurdular, ulus devletleri kendi hâkimiyetlerinde tutmak, onları kendi çıkarları yönünde işletmek için onları kontrol altındaki sivil toplum kuruluşları ve örgütlerle frenleme yöntemini seçtiler.
Uluslararası sistem, yeni dünyada resmi kurumları kontrol altında tutmakla yetinmiyor. Ulus devletler içinde toplum iktidarını hedefliyor. Sivil kuruluşlar bir yana bireyleri bile doğrudan yönlendirme yolları arıyor. Bu sistemin hedefi dünya iktidarıdır, dünyanın sadece siyasetine ve ekonomisine değil, inancına ve ahlakına da yön vermek istiyor.
Bu sistem, geçmişinden bugüne emperyalisttir, işgal alışkanlığına sahiptir, sömürmeyi kendi hakkı olarak görme eğilimindedir, bütün insanlığı kendisine hizmetkâr olarak görüyor. Bunun önünde en büyük engel olarak İslam’ı buluyor. İslam’ın devlet gücü haline gelmemesini, İslam’ın toplumlar üzerindeki etkisinin azaltılmasını hegemonyasının sürmesi için gerekli görüyor. İslam’a karşı eski dünyanın ideolojileri ve yeni dünyanın ahlakı(!) ile mücadele ediyor.
Bu sistem, eski dünyanın ideolojilerinden liberalizmi kendisine ideoloji edinmiş, sosyalizmi de himaye altına almış; her iki ideolojiyi de İslam dünyasını kontrol altına almak için kullanıyor. Ahlaksızlığı bu ideolojilerin çatısı altında bir insan hakkı olarak tanımlıyor, ahlaksızlığa karşı durmayı kendisine karşı durmak, ahlaksızlığa karşı mücadeleyi kendisine karşı mücadele olarak kabul ediyor.
Uluslararası sistem, bu duruşunda kendisi için müttefik ve piyon arayışını sürdürüyor. Aldığı yeni düzenin çerçevesi içinde bu arayışında ulus devletlerde iktidarı elinde bulunduran ya da yakın bir dönemde iktidara gelmesi muhtemel güçlerle ilişkiyle yetinmiyor, kendi hedeflerine hizmet edecek sözde sivil yapılar bir yana silahlı yerel örgütlerle ilişkiler geliştirmekte bir sakınca görmüyor.
Uluslararası sistemin bu yapısı silahlı veya silahsız ulusal sol yapılara bir açılım getirdi. Geçmişte sadece istihbarat örgütleri ile ilişki içinde olan ulusal sol yapılar, bugünün dünyasında çok yönlü bağlar kuruyorlar. Bu bağları kurarken kendi geçmişleri ile çelişmekte ve kendi halklarına zarar vermekte de bir sakınca görmüyor.
İdeolojide sosyalist, propagandada Hitler kadar Faşistler. Tek partici sosyalist gelenek üzerine dünyanın tek gücünün (!) kendi bölgelerindeki tek temsilcisi olma derdindeler. Amaçlarına ulaşmanın dışarıda uluslararası desteğe, içerde halkı propaganda ile aldatmaya bağlı olduğunu biliyorlar. Kendi bölgelerinde sosyalist hegemonya için faşist propagandayı seçiyorlar.
Geçmişte “Kahrolsun emperyalizm!” diyorlardı, bugün Washington, Londra, Paris demeden emperyalist güçlerin başkentlerinde ağırlanmaktan keyif alıyorlar, bu keyfi kendi halklarına “dünyada kabullenme, dünya güçleri tarafından onaylanma” diye satıyorlar, kendi meşruiyetlerinin delili yapıyorlar.
Geçmişte sözde de olsa sol eğilimli ama faşist yerel güçlerle işbirliğini ya kılıflandırıyor ya da reddediyorlardı, bugün o güçlerin medyasına konuk olmak için yarışıyorlar. Geçmişten bugüne sömürgeci güçlerin hizmetinde yer alan o medya, onların eften püften açıklamalarını “Son Dakika” haberi diye geçiyor, muhtemelen ücretini uluslararası güçlerden alarak onlar hesabına seçim propagandası yapıyor, onların muhaliflerine karşı savaş veriyor.
Marksizm, özellikle Rusya’da eşcinselliği yozlaşma olarak gördüğü halde eşcinselliğin özellikle Kuzey Batı Avrupa’da devlet iktidarında yer bulmasıyla ulusal sol örgütler, artık sosyalizm propagandasından çok eşcinsellik propagandası yapıyor, eşcinsel dernekler kuruyor, onlara saygınlık vermeye çalışıyor. Kendilerini onların müttefiki ve himayedârı diye Kuzey Batı Avrupa’ya satıyor.
Ulusal sol örgütler, ahlaksızlığı İslam dünyasında yaymayı İslam’a karşı en etkili mücadele yöntemlerinden biri olarak seçen yeni dünya düzeninin talepleri doğrultusunda zinanın yanında duruyor, şarapçılığın yanında duruyor, kumara, faize bile karşı çıkmıyor. Uydurma bir uyuşturucu karşıtlığı ile emperyalist devletlerin narkotik kuruluşlarını memnun etmeye çalışırken uyuşturucu kullanımını el altından teşvik ediyor.
Bu düşüklüktür, bu halk düşmanlığıdır. Halkını seven hiç kimse halkının ahlaki düşüklük içinde olmasını, içkiye ve kumara müptela olmasını istemez. Ama onlar bunu “Özgürlüğün bedeli” diye halka satıyorlar.
Geçmişte özgür olmak için inançsızlığa razı olmak zorundayız, diyorlardı. Bugün;
Özgür olmak için, eşcinselliğe...
Özgür olmak için, şarapçılığa...
Özgür olmak için, kumarbazlığa
Özgür olmak için faizciliğe sahip çıkmak zorundayız demeye getiriyorlar.
İslami kesime iki sebepten dolayı düşmanlar: Önce uluslararası sistem İslami kesime karşı olduğu için, sonra İslami kesimler onların kirli ilişkilerini halka teşhir edip onların halk iktidarına ulaşmasını engellediği için. Halkı faşistvari propaganda ile elde tutmaya çalışıyorlar, kirli propaganda ile halkla İslam arasına duvar örmeye gayret ediyorlar.
Uluslararası sistem ayağına gelelim. Geçmişte köylerde jandarma muhbirleri vardı. Jandarmaya haber götürmek onlar için bir alışkanlığa dönmüştü. Götürecek haber bulamazlarsa uydururlar, kendi öz köylülerine iftira atarlardı, inandırıcı olmazlarsa ellerindeki eski bir silahı başkasının tarlasına saklayıp şikâyet etme gibi yolları denerlerdi. Onların muhbirliği haber götürmelerine bağlıydı, haber bittiği an kendileri de gözden düşecek ve anlamsızlaşacaklardı.
İçinde PKK’nin de yer aldığı ulusal sol yapılanmalar, uluslararası sistem için bir tür “örgütlü muhbirlik” yapıyorlar. Bütün imkânlarını kullanarak İslami kesimleri uluslararası sisteme şikâyet ediyorlar.
İslami kesimler, sizin “Ortadoğu” politikanızı tehdit ediyor.
İslami kesimler, sizin ideolojilerinizi tehdit ediyor.
İslami kesimler, sizin ekonomik çıkarlarınızı tehdit ediyor.
İslami kesimler, sizin jandarması olduğunuz çağdaş yaşam tarzını tehdit ediyor.
İslami kesimler, sizin ahlaksızlığınızı tehdit ediyor.
İslami kesimler sizin ideoloji ve ahlaksızlık çalışanlarınızı tehdit ediyor.
Biz, sizdeniz; İslami kesimler ise size karşı, diyerek sürekli haber götürüyor. Uluslararası sistemi, siyaseti, ekonomisi ve ahlaksızlığı ile bir bütün halinde harekete geçiriyorlar, onun iktidarlar üzerindeki etkisini İslami kesimlerin aleyhine kullanması için çırpınıyorlar.
Bu; uluslararası sistemle müttefik olmak değil, onun muhbirliğidir, ajanlığıdır.
Onlar bu hal içinde iken İslami kesimlerin kendileri ile aynı dili konuşmayan başka toplumlardan kardeşleriyle görüşmesini dahi “işbirliği” diye halka anlatıyorlar.
Amaçları, dışarıda İslami kesimi uluslararası sistem nezdinde bir tehdit konumunda tutmak, içerde geçmişten gelen ve harekete geçmeye hazır kimi kuşkuları harekete geçirmek, böylece bir “güvenlik çemberine almak” ve halktan uzaklaştırmaktır. Onları bir asayiş ve güvenlik problemi konumuna sürüklemektir.
Son dönemde çok ilgi gösterdikleri sosyal bilimlerle insan davranışını yönlendirmeyi fiziki dünya üzerinde işlem yapma gibi zannediyorlar. Koşullar hazır olursa insan dilediğimiz gibi davranır, diye bekliyorlar.
İşler umdukları gibi gitmeyince kendilerince karşılarındakilerin sinirlerini bozacak kirli işlere başvuruyor gibiler.
Geçmişte bir ideolojiye esir olmuş bu insanların şimdi uluslararası sistem esareti, koltuk sevdası esareti, ahlaki düşüklük esareti onları gün geçtikçe halkın gözünden düşürecektir. Neredeyse bütün İslam dünyası bu gerçeği yaşadı, Diyarbakır da Batman da Van da bunu yaşayacak.