Orta şeker bir insanım
Ne zenginim ne de fakir
Mala mülke yok tamahım
Kalbe şükür akla fikir
Orta şeker konuşurum
Kelamın fazlası yalan
İnancım evvel yaşarım
Başkasına anlatmadan
Orta şeker bir Müslüman
Yarı zahit yarı rindim
Yarı ilim yarı irfan
Çift kanatlı güvercinim
Orta şeker derdi babam
Ne önde ol ne arkada
İşte bunu hiç yapamam
Öne fırlarım kavgada
Ömrün ortasına vardım
Yıllar ne de çabuk geçti
Dünya ahireti kardım
“Rabbena atina”yı seçti
Merhum Abdurrahim Karakoç, köşe yazılarına genellikle bir şiirle başlardı. Müsaadeniz olursa değerli dostlar, ben de bazı yazılarımda Karakoç'un bu geleneğine uymak isterim.
Günümüzde orta şeker olmak, normal bir insan, vasat bir ümmet olmak ne kadar da anormal bir duruma dönüştü, bilmem farkında mısınız? Gündelik hayattan siyasete, sanattan spora her yeri yabani otlar gibi yabani fikirler, fanatik düşünceler kaplamış durumda.
İşin daha da acı tarafı çoğu zaman derin alt yapıdan, sağlam fikir zemininden yoksun bu fanatikler, kendi sığ düşüncelerinin farkında bile değiller. Tefsirden, sebeb-i nüzulden habersiz birçok insanın Tevbe Suresinden birkaç ayet ezberleyerek etrafta ahkâm kestiklerine şahit olmuşsunuzdur.
Her alanda müthiş bir fanatizm, radikalizm, ifrat tefrit…
Sözgelimi ben bir Fenerbahçe taraftarıyım. Takımımın ligdeki puan durumunu takip eder, haftanın maç özetlerine bakınır, bazen derbi maçlarını nezih bir mekânda izlerim. Hadi bazılarımız biraz daha koyu bir taraftar olsun, biraz daha fazlasını yapsın. Ancak ülkemizdeki futbol sevgisinin taraftarlıktan ziyade fanatizm boyutunda olduğunu söylememe gerek yok herhalde.
Kendi takımının zaferi yolunda her şeyi mubah görebilme, diğerlerine düşman gözüyle bakma, fanatizm körlüğüyle her türlü yanlışa bulaşabilme…
Peki, spordaki fanatizmin sosyal ve siyasal hayatımızda olmadığını kim iddia edebilir? Bir takım tutar gibi bir parti tutmak, liderlerin her sözünü kayıtsız şartsız desteklemek fanatizm değil de nedir? Dün beyaz dedikleri bir konuda bugün siyah dediklerinde, kitleler hiçbir tefekkürde bulunmadan yeni konuma göre pozisyon alıyorlarsa bu artık taraftarlık değil, fanatikliktir.
Hadi sporda taraftarlığın fanatizme evrilmesi bir nebze anlayışla karşılanabilir. Ancak siyasal ve toplumsal hareketlerde fanatizm, radikalizm kabul edilebilir bir tutum değil. Liderlerinin iki dudakları arasından çıkan her sözü, bunda bir hikmet vardır, diyerek fanatik bir şekilde savunma kompleksine girmek İslami olmasa gerek.
“Ey iman edenler… İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın…” ayetinin muhatapları olarak herhangi bir konuda fanatik bir tavır sergilemek kabul edilemez. İnananlar, söylemin-eylemin kendisine bakar, sahibine değil. Doğru kim söylerse söylesin doğrudur, yanlışın kim söylerse söylesin yanlış olduğu gibi.
İslam'daki tevhit ve vahdet kavramlarının da bu bağlamda Türk İslamcılarca yanlış değerlendirildiğini düşünüyorum. Evet, tevhit “bir”lemedir, Allah'ın bir, yegâne olduğunu ifade etmektir. Ancak vahdet asla birleme değil, birlik olmadır. Bir yerde birlik olması içinse öncelikle herkesin bir, aynı, yekpare olmadığını kabul etmek, tek tipçi zihniyetten arınmak gerekir.
Peygamberimiz döneminde somut bir biçimde görüldüğü gibi Müslüman olmak, ümmet olmak; Türk, Kürt, Araplığımızdan sıyrılmamızı gerektirmez. Malatya, Mardin, Manisa hemşerilik bağlarımızdan vazgeçmemizi de gerektirmez. Hatta Aliyo, Xalilan, Şêxbâl, Drejan aşiret bağlarımızdan kopmamızı da gerektirmez. Yeter ki bu mensubiyetler adaletten ve genel İslami ilkelerden sapmamıza neden olmasın, bizleri orta şeker bir insan olmaktan çıkarıp ırk, şehir veya kabile fanatiklerine dönüştürmesin.