Ortadoğu’da politikaların süratle değişkenlik gösterdiği bilinen bir vakıadır. Bu değişkenliği fırtınalı vakitlerde çölün yüzeyindeki hızlı değişimlere benzetenler yerinde bir tespitte bulunmuşlardır. Akşam başlayan fırtına sabaha kadar her şeyi değiştirebilir. Yol alan kervanın böylesi durumlarda işinin güç olacağı aşikârdır. Ortadoğu siyasetinde bugün aynı cephede olanların yarın karşı cephelerde yer aldıkları gerçeği ile karşılaşınca bu bölgede olup bitenleri anlamanın da o kadar kolay olmadığı anlaşılır. Bölge üzerinde esen rüzgârların hızını ve yönlerini iyi hesap etmeden atacağınız adımlar sizi tehlikeli maceralara sürükleyebilir.
Geçen ay Cenevre’de İran ve ABD arasında başlayan yakınlaşmanın bölgemizdeki yankıları devam ediyor. ABD’nin bölgedeki iki önemli müttefiki israil ve Suudi Arabistan, anlaşmayı iyi karşılamadıklarını açık bir şekilde ifade ettiler.
İsrail, İran-ABD yakınlaşmasından hoşnut olmadığını ifade etti ama peşinden bunun kendisine büyük bir fırsat sunduğunu da anlamada gecikmedi. İlgili anlaşmaya, israil’den daha çok tepki gösterip korkuya kapılan bazı Arap devletleriyle İran’a karşı bir ittifak oluşturma imkânı israil için bulunmaz bir fırsattır. Öteden beri Arapları İran ile korkutma siyaseti güden israil, şimdi bu konuda daha şanslı bir ortamın oluştuğunu ve söz konusu planını pratiğe dökmek için şartların her zamankinden daha elverişli hale geldiğini bilerek hareket ediyor. Şimdi bu planın uygulanma şansının ne derece imkân dâhilinde olduğunu önümüzdeki aylarda görebileceğiz ancak.
Görünen o ki israil, İran karşıtı bir cephe oluşturmak için kolları sıvamış; bu amaçla gizli bazı görüşmeler gerçekleştirdiği haberleri geliyor. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’in geçen hafta Birleşik Arap Emirlikleri’nin Abu Dabi şehrinde düzenlenen güvenlik konulu bir toplantıda video konferans aracılıyla 29 Arap lidere bir konuşma yaptığı ve ‘İran’a karşı birleşin’ çağrısı yaptığı ifade ediliyor.
Diğer yandan Suudi Prensi, İran ve Batı arasındaki nükleer anlaşmayı değerlendirirken bakın neler söylüyor: “İran tarihsel olarak büyük bir tehdit. Pers imparatorluğu her zaman özellikle Sünni Müslüman Arap imparatorluklarına karşı oldu. Tehdit İsrail’den değil, İran’dan geliyor.”
Suudi’nin İran’a yaklaşımını yansıtan bu ifadeler, nereden bakılırsa bakılsın çok vahim. Sap ile samanı birbirinden ayırt edemeyen bu bakış açısı ne yazık ki bazı diğer Müslüman ülke yöneticilerinin kafasında da yer bulabilmiş. Şimdi Bay Prens ve onun gibi düşünenlere şunu sormak lazım: İran, İslam’ın ilk kıblesi olan Kudüs’ü işgal edip orayı Persleştirmeye çalıştığı için mi daha tehlikelidir? İran, işgale karşı direnen Hamas ve İslami Cihad gibi Müslümanların yüz akı hareketlere askeri ve ekonomik yardım ettiği için mi daha tehlikelidir? İran, Filistin topraklarını işgal edip milyonlarca Müslüman Arap’ı yurdundan kovan ve yarım asırdan beri katliamlarla onları yok etmeye çalışan siyonist devlet için ‘Haritadan silinmeli’ dediği için mi daha tehlikelidir?
Hâsılı bu bakış açısı anlaşılabilir değildir. Bölgemizdeki akan Müslüman kanının temelinde de bu gibi yaklaşım ve düşüncelerin şekillendirdiği ayrımcı, ırkçı ve mezhepçi politikalar yatmaktadır.
İran’ın, israil’in Araplar ile ittifak kurma oyununu bozama yönünde adımlar atacağı bekleniyor. Dış İşleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in son körfez ülkeleri ziyaretinin ana amacı da bu olsa gerek. Diğer yandan ümmetin bünyesinde fitneler koparıp tefrikalar oluşturan Suriye meselesinin halli konusunda da İran üzerine düşeni yapmalıdır. Savaşın Lübnan’a sıçramaması için gayret gösterilmelidir. Evet, İran, Batı ile anlaşarak rahat bir nefes almaya başlayacak inşallah; ancak Suriye’nin halk ve ülke olarak düştüğü vahim durumdan çıkabilmesi için kendisinden olumlu adımlar atmasının beklendiğini unutmamalıdır.
İran-Batı yakınlığının bölgemizden yeni bir savaş ihtimalini uzaklaştırmış olması önemli bir sonuçtur. Bu sürecin ekonomik canlılık ile beraber bölgenin kanayan yarası Suriye için de hayırlı sonuçlar getirmesini temenni ediyoruz.