Batı’nın Irak deneyiminden sonra başvurduğu işgal, yani doğrudan müdahaleci politikasının “iç çatışma” politikasıyla yer değiştirmesinden sonra İslam dünyası aynı zamanda farklı bir savrulmayı da yaşamaya başladı.
Daha önce bizzat Batılı aktörlerin eliyle yaşanan çatışma, işgal ve katliamlar, genel olarak ortak bir tepkinin oluşmasını da beraberinde getiriyordu. Oluşan ortak tepki İslam dünyasının farklı dinamikleri arasında var olan siyasi ihtilafların geri plana atılmasına da yol açıyordu. Ancak işgal politikasının, yerini iç çatışma senaryolarına bırakmasıyla beraber İslam dünyasında tarihsel arka plana sahip tüm siyasi ihtilaflar bir anda kin, düşmanlık ve fiili çatışmalara dönüştü.
Nitekim Suriye ile başlayan, Irak ile devam eden kanlı süreç ve bu süreç üzerinden ekilen kin, nefret ve düşmanlığın her iki tarafında da İslam dünyasının farklı renklerdeki dinamikleri yer almaktadır.
Haftalardır siyonist vahşetin Gazze’ye dayattığı vahşi katliamları içimiz kan ağlayarak izlemekteyiz. Vahşetin tarif edilemez boyutları karşısında bir buçuk milyarlık İslam aleminin içerisinde bulunduğu hal ise herhalde çaresizliğe verilebilecek yegane örnek olmalıdır.
Aslında bu son saldırı, İslam aleminin yaşadığı ilk çaresizlik de değildir. İslam dünyasının farklı bölgelerde yaşanan dramlara karşı sergilenen çaresizliğini bir tarafa bırakırsak, Siyonist terör üssünün inşa edilmesinden bu yana İslam dünyası israil denen terör şebekesine karşı hep çaresizlik numunesi olarak tarihe geçti. Geçmiş zamanlardaki İsrail vahşetlerini saymasak bile Siyonistler Lübnan’a saldırırken de İslam alemi çaresizdi, mükerrer Gazze saldırıları karşısında da hep çaresiz kaldı. Doğrudan saldırılara hedef olan Gazze veya Lübnan, son dönemlerde adeta İslam aleminin çaresizliğinden dersler çıkararak kendi başlarının çaresine bakmak adına bir takım çareler ürettiler. Ama bu durum, İslam dünyasının çaresizliğine deva olabilmiş değildir.
Her türlü çaresizliğe rağmen İslam dünyası pratiğe dökülmese de yine de siyaseten bir çare bulmuş gibiydi. O da, bir bütün olarak “Mukavemet’in” İsrail saldırılarına karşı gösterdiği direniş etrafında en azından birliktelik ruhu oluşturmayı başarmışlardı. Öyle ki hem vahşi israil’e karşı durmak noktasında zımni bir birliktelik, hem de israil’in vahşi saldırılarına hedef olan Filistinli ya da Lübnanlı direniş gruplarıyla dayanışma noktasında ortak bir duruş söz konusu olabiliyordu.
Açıkçası vahşi siyonistin saldırgan tutumu karşısında herkes “Kahrolsun israil” sloganında birleşebiliyordu. Dolayısıyla saldırgan siyonizm karşıtlığı ile Filistin ve Kudüs meselesi her türlü siyasi veya mezhebi ihtilaflara rağmen tüm Müslümanlar için “Ortak Payda” olmuş vaziyetteydi.
Ancak son yaşanan Siyonist saldırganlıkta Gazze resmen ateşle kavrulurken sahneye konulan bir takım uygulamalar, her şeye rağmen üzerinde uzlaşılan “Ortak Payda”nın bazı kesimlerce artık tekmelenmek istendiğini gözler önüne sermiştir.
Yukarıda değindiğimiz işgal konseptinin, yerini iç çatışma konseptine bırakması ve en canlı örneğini Suriye ve Irak’ta gördüğümüz iç çatışmalar, siyasi ve mezhepsel ihtilafların da çatışmacı bir mecraya dönüşmesi sonucunu beraberinde getirdi ki, bunun etkileri aynı zamanda “Ortak Payda” üzerinde de en açık şekilde kendini hissettirdi. Birçok yerde israil’e karşı gösterilen öfkeden israil karşıtı tavırları tescillenmiş İslami dinamiklerin de nasibini alması, herhalde Batı’nın İslam dünyasına dayattığı iç çatışma formülünün kendileri açısından ne denli başarılı sonuçlar doğurduğunun en somut göstergesi olmuştur.
Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, özellikle Suriye meselesi üzerinden Hamas’ın da içerisinde yer aldığı “Mukavemet Cephesi” arasında bir takım görüş ayrılıkları belirdi. Ortaya çıkan tablo itibariyle Suriye meselesinde herkesin aynı şeyi düşünüp ortak bir paydada buluşması zaten beklenmiyordu. Dolayısıyla İslam dünyası Suriye üzerinden farklı pozisyonlar sergiledi. Hamas’ın da doğru veya yanlış, orası ayrı mesele, belli bir siyasi tercihte bulunması, Hamas ile içerisinde yer aldığı Mukavemet Cephesi arasında da bir takım siyasi görüş ayrılıklarını beraberinde getirdi. Ancak bu siyasi görüş ayrılığı, hiçbir zaman hariçten gazel okuyanların medyatik mecralarda dile getirdikleri şekilde bir düşmanlığa dönüşmedi.
Gerek İran ve Hizbullah kanadı, gerekse Hamas kanadı hiçbir zaman resmi düzeyde ve yetkili ağızlardan birbirlerini alenen tahkir etmediler, aralarındaki ilişkileri büsbütün koparmadılar. Hassasiyeti itibariyle bu konunun içeriğine çok fazla da girmek istemiyorum, ama asıl fırtınalar koparıp Hamas ile İran ve Hizbullah ilişkileri üzerinden felaket tellallığı yapanlar ya etkisiz/yetkisiz ağızlardı, ya da durumdan vazife çıkarmak adına hariçten gazel okumayı marifet sananlardı.
Nitekim etkisiz/yetkisiz kişiler veya hariçten gazel okuyanların Gazze saldırıları en acımasız şekilde devam ederken Siyonistlere gösterdikleri tepkilerden İran veya Hizbullah’a da özel bir pay ayırmaları, veya Gazze’ye ağlarken ihtilaflı konulara/alanlara özel sayfalar açma çabaları, belki farkında olmasalar da “Ortak Payda’ya” verdikleri zararın niteliğini hesaplayamamalarındandır.
Mesele Suriye, Irak veya mezhepsel bağlamda ele alındığında belki bu tür tepkilerin bir anlamı olabilirdi. Ancak mesele Gazze’nin üstüne yağan siyonist ateşidir, vuran siyonisttir, vurulan Gazzelidir. Doğrudan veya dolaylı olarak israil vahşetini desteklemedikçe, işlenen cinayetlerde pay sahibi olmadıkça siyoniste yönelmesi gereken tepkilerin bir kısmını herhangi bir gerekçeyle İslami kesimlerden birisine yöneltmek sadece “Ortak Payda’yı” zedelemeye yaramaktadır.
Bu konuda direniş cephesine yakınlığıyla bilinen Lübnanlı stratejist Enis Nakkaş’ın şu sözleri aslında olur olmaz yerde “Ortak Payda’yı” zedeleyen herkese ve her kesime ders olacak niteliktedir:
“Birileri bizi siyasi ihtilaflardan sonra bazı konularda suçladılar. Evet, Hamas ve bazıları ile siyasi ayrılıklarımız oldu ama hiçbir zaman Mukavemet’in bittiğini ve artık Mukavemet olmadığını söylemedik. Her zaman Güney Cephesinin(Gazze) bizim de cephemiz olduğunu ve siyasi ayrılıklar sebebiyle bu cepheden vazgeçmeyeceğimizi söyledik. Düşman eğer Mukavemet arasında fitne yaratmak istiyorsa demek isterim ki biz bu pusuya düşmeyecek kadar zekiyiz. Bugün düşmanın bahsettiği İran ve Suriye füzeleri Filistin direnişinin eline ne zaman geçti? Tam da bazı dosyalar üzerinde siyasi ayrılıklar varken geçti. Bir karar aldık. Filistin tüm ayrılıkların ve ihtilafların üzerinde bir davadır. Siyasi ayrılıklar yüzünden bu Mukavemet’ten ve davadan uzaklaşmama kararı aldık.” (Medyasafak.com)
Evet… Bazı meseleler üzerinde siyasi ihtilaflar yaşanabilir. Suriye ve Irak’ta görüldüğü üzere karşılıklı suçlamalar havada uçuşabilir. Ortak bir paydada buluşulamayabilir. Zaten İslam aleminin şu an yaşadığı iç sorunların çözümünde, şayet bir mucize yaşanmazsa yakın ve orta vadede bir ortak paydada buluşulmasını neredeyse imkansız hale getirmiştir. Ancak bugüne kadar saldırgan israil’e karşı Filistinliler ile Kudüs davasında siyasi bir tavır olarak genellikle Müslümanlar bir “Ortak Payda’da” buluşabilmişlerdir.
Bunca ihtilaf ve çekişmelere rağmen yegane “Ortak Payda’yı” sabote etmek, şayet Kudüs’ten daha önemli bir nedeni yoksa iyi niyetli hiçbir kesimin yapamayacağı bir davranış olur. Böyle bir tavır, hiç kimsenin altından kalkamayacağı bir vebal olarak tarihe geçecektir.