İslam âleminde, sosyal modernleşme dış ve iç koruma altında yol aldı. Sosyal modernleşmeyi dayatanlar, bireyin ve toplumun Batılılaşmasının eleştirilmesi konusunda katı bir tahammülsüzlük içinde bulundu.
Sosyal yaşamın Batılılaşması “yaşam tarzı” olarak resmen kutsallaştırıldı. Kimse, bir tehdit olmadan, bir tehditle yüz yüze gelmeden doğru dürüst oturup da sosyal çağdaşlaşmanın bireysel veya toplumsal neticelerinin olumsuz yönlerini konuşamadı.
Türkiye'deki modernleşme süreci eğer on beş yıllık süreçler hâlinde incelenebilirse, sosyal Batılılaşmayı, diğer bir ifadeyle sosyal yaşamda çağdaşlaşmayı ilk on beş yılda eleştirenler, kendisini idam sehpasına hazırladı, ikinci on beş yılda eleştirenler hapishane için hazır bekledi, sonraki on beş yıl da buna yakın bir hâl içinde geçti. Bu kırk beş yılın ardından idam tehdidi bitip hapis tehdidi süreçlere bağlı hale gelse de hakaret, iftira ve mağdur edilme hep devam etti. “Çağdaşlık medyası”, sosyal yaşamın çağdaşlaşmasını eleştirenleri en mukaddes değerlere hücum edenler sınıfında gördü, tabiri caizse hiçbir zaman yaptıklarını yanlarına kâr bırakmadı!
Son yıllarda süreç ilk kez değişti. Sosyal çağdaşlaşma özellikle son yedi yılda tartışmaya açıldı. Hemen öncesinde çağdaşlaşmayı eleştirenler, kendilerini bürokrasi zincirinin dışına atılma tehdidiyle yüz yüze bulduğundan özellikle idareci kesim, çağdaşlaşmanın zorunlu bir savunucusu ve hizmetkârı durumunda iken ilk kez bu eleştiride bulunanların idari konumlarından olmama hâli hâsıl oldu.
Bununla birlikte her şey yoluna girmiş değil, sosyal çağdaşlaşma farklı kişiler tarafından farklı dozajda benimsenmiştir: Bir kesim için, bu ideolojik bir meseledir, ikinci kesim için hem ideolojik hem nefsanî arzular meselesidir, üçüncü kesim için sadece nefsani arzular meselesidir, büyük bir kesim içinse bir özenti meselesidir.
Tahammülsüz olan kesimler özellikle ilk iki kesimdir. Bunlar, meselenin “medenice” tartışılmasına hiç yanaşmıyor, kendileri gibi olan kesimi büyütmek ve sosyal modernleşmeyle ilgili “dış koruma”yı, “iç koruma” desteğinde sürdürmeye zorlamak için sürekli üretimde bulunuyor, basit adli tartışmaları, kimi zaman psikolojik problemi olan birinin söz veya tekmesini çağdaşlaştırmaya yönelik bir tehdit olarak algılatmak için olağanüstü bir çaba harcıyor.
SOSYAL ÇAĞDAŞLAŞMA TARTIŞMALARI
Bu çabaya rağmen Türkiye sosyal çağdaşlaşmayı tartışmayı, en üst ağızlardan sürdürüyor; öyle ki Diyanet dahi tartışmalara katılabiliyor.
Bunda kuşkusuz Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin Türkiye'de İslamî kesimler üzerindeki “gerici” yaftasını kaldırmak için başlattığı terakkiperverliğin payı büyüktür. Onun buna odaklanan ihya çabaları sayesinde Türkiye'de sosyal çağdaşlaşmaya karşı olanlar, teknik alanda sosyal çağdaşlaştırıcılardan daha ilerici olduklarını ispatladılar. Artık “matbaaya karşı çıkan gerici” denince akla İslamî kesimler değil, belki asma köprülere, Boğaz altı geçişlerine hatta günün ihtiyaçlarına cevap veren sosyal çağdaşlaştırıcılar geliyor.
İslamî kesimler ve ilk kez Diyanet, bunun sağladığı özgüven içinde Noel kutlamaları dâhil sosyal çağdaşlaştırmayı tartışmaya açmakta ısrar ediyor, bu tartışmadan da kesinlikle kârlı çıkıyor. Özellikle sosyal çağdaşlaşmaya sadece nefsanî isteklerle ya da özenti yüzünden tabi olanlar, bu tartışmadan olumlu etkilenip kendisini çağdaşlaştırarak Batı'ya bağlama siyasi amaçlı sosyal mühendisliğin dışına atıyor.
Bu tartışma zemini sağlıklı bir şekilde yürüdüğünde sosyal çağdaşlaştırmayı ideoloji meselesi haline getirenlerin cephesi daha da zayıflayacak ve nihayetinde onlardan da bir kesimin saf değiştirmesiyle neticelenecektir.
Tam bu dönemeçte, “serseri mayınlar” devreye konabiliyor. Bunların hepsine “serseri mayın” demek de pek yerinde değildir. “Serseri mayın”, malum olduğu üzere, denize döşenip de bağından kopan ve ne zaman, nerede kimin çarpacağı belli olmayan patlayıcıdır.
Günümüzdekiler daha çok “korsan mayını”dır. Belli bir yerle bağları vardır ancak bu bağ, açığa vurulmamaktadır.
Biz, bağ denince hep hiyerarşik bir emir komuta zincirini anlarsak yanılırız. İlla birinin, “Git, şurada şu eylemi yap!” demesi gerekmiyor. Günümüzün insan mühendisliği gelişmişliği bunu çoktan aştı.
Günümüzde belli zeminlerde sosyal medya üzerinden de tahrik edildiğinde patlayabilecek mayınlar üretilip piyasaya sürülüyor. Zemin, onları üretenlere hizmet ettiğinde sosyal medya tahriki veya doğrudan yönlendirmesi devreye konup söz konusu mayının patlaması sağlanıyor.
Bu mayınların en büyük zararı İslam âleminde yolunda giden her olumlu gelişmeyi sabote etmektir. Afganistan, Çeçenistan, Somali, Irak, Suriye mücadelesi böyle sabote edildi; Filistin ve Moro mücadeleleri de sabote edilmek istendi ama HAMAS ve İslamî Selamet Cephesi (FİS)'nin şuurlu tutumları sayesinde başarılı olunmadı.
Bu mayınlar, Pakistan ve Cezayir'in kendisini toparlamasını engelledi; Nijerya'yı az kalsın batırıyordu; Mısır'da süreci durdurdu; Tunus'ta temkinliliği artırarak durgunluğa dönüştürdü. Bunlar aynı zamanda Batı'da İslamofobiyi beslemek için kullanıldı. Batı'nın şehirlerinde harika sonuçlar hâsıl eden İslamî tebliğ çalışmaları bu mayınlarla sabote edildi. Türkiye'de de sosyal çağdaşlaştırmanın tartışılma sürecini sabote etmek için devreye girebilir ya da girmiş olabilirler.
Ortaköy'de Noel kutlamasında gerçekleşen eylem, bu tarz bir eylem midir? Bunu zaman gösterecek. Ama birileri, eylemi bu yönde anlamak istiyor. Dün çağdaş giyimli bir kadına herhangi bir sebeple tekme atıldı diye günlerce yayın yapanların bu kadar kişinin yaşamını kaybetmesiyle neticelenen bir eylemi bu yöne çekmesinde şaşılacak bir hâl yoktur.
Asıl problem “serseri mayın” diye tarif edilen kesimin “korsan mayın” olabileceği hususunun henüz tam tartışılmamasıdır. Dün, Pakistan ve Irak'ta mezhep çatışmaları için kullanılan bu “korsan mayınlar”, Türkiye'de bu zemini bulmadığında başka tür çatışmalar için kullanılabilecektir.
“Korsan mayın”ların mezhep ayrışması ve çatışması için kullanıldığı sahalarda en çok yanılanlar, kendi mezhebinden olmayanlar öldürüldüğünde buna sessiz kalanlardır. Bu mayınların İslamofobiyi tahrik için kullanıldığı sahalardaki eylemlerde en çok yanılanlar, bunların eylemlerinde gayrimüslimler ölüyor diye bir tür onaylamada bulunanlardır.
Onların yanıldığı nokta, “korsan mayın”ların kimliğine bakarak bunları İslam dünyası üretimi zannetmeleridir ya da kendi mezhep sahalarının bir üretimi görmeleridir. Ondan sonraki uzantıyı görmeye dönüşmeyen, dış uzantıyı fark edecek bir derinliği bulmayan bakış, her şeyi berbat ediyor.
Türkiye'de “korsan mayınları” kendi yaşam tarzının tarafı görmek ağır bir yanılgı olur. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in ve HÜDA PAR'ın bunun önünü kesen açıklamaları takdire şayandır.
“Korsan mayın”lara karşı olmak, âlim veya kurumları günahkârdan yana olmak, küfrü ya da çizgi dışı görülen mezhepleri desteklemek ithamı ile karşı karşıya bırakabiliyor. Emperyalizm, bu eylemlerin en çok da bu yönünden istifade ediyor. Bu oyunu fark edebilmek feraset, bu oyuna karşı durmak cesarettir.
İslam âleminde, daha geniş bir kesimde bu feraset ve cesaret olsaydı “korsan mayınlar”ın eylemleri bu boyutta yol almaz, “Son Haçlı Seferi”nin en tehlikeli silahlarından birine dönüşmez, İslam âleminin geleceğini bu boyutta tehdit etmezdi.
Üzerinde olduğumuz coğrafya İslam âleminin gerisine göre sosyal çağdaşlaşmadan daha çok etkilenmişse de sorunlar karşısında birlik olma konusunda daha tecrübelidir. Önümüzdeki dönemde bu birlik korunursa “korsan mayın”ları üreten ve tahrik edenler bir hayal kırıklığı daha yaşayacaklardır.