“Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi. (29/Ankebut, 41.)
Kişi, nesne, ideoloji veya çıkar olsun, Allah’tan başka koruyucu-dost (veli) edinenler kendilerine örümcek evi gibi bir sığınak yapmışlardır. Örümceğin evi dayanıksızdır, ufak bir darbe ile yıkılır. Ankebut dişi örümceğe denir, erkeğine verilen isim “ankeb“tir. Dişi örümcek çiftleşmeden sonra erkeğini öldürür, kendi evine çekilir ama evi yakın dostlarına da ölüm tuzağı olur, oraya giren sinekler ve böcekler ölür. Örümceğin aile hayatı dramatiktir. Aeyt-i kerime mucizevi olarak örümcek ağına “beyt (ev)“ demiştir. Barada kinaye yoluyla aile hayatına göndermeler bulunmaktadır. Hayvanlar içinde örümceğin aile bağlarının zayıf olması aile kuramamasının sebebidir. Kendisi özerk yaşayıp uzun ömür sürmek ister, ne var ki yavruladıkları yumurtadan çıkmadan kendisi de ölür. İlk yavru, diğerleri yumurtadan çıkmadan yer, böylelikle aile bağları kurulamaz. “Örümceklerin çiftleşmesinde erkek örümcek, daima ölümle karşı karşıya kalır. Dişinin sırtında bir madde erkeği kuvvetli bir cazibe ile kendine çeker. Çiftleşme zamanında erkek örümcek çeşitli hareketlerle dişiye açlığını unutturmaya çalışır. Amacı güvenliğini tehlikeye atmadan neslini devam ettirecek çiftleşmeyi gerçekleştirmektir.
Sıçramalarla yaptığı bu hareketlere örümceğin sevgi dansı denir. Bu yüzden dişi örümceğe açlığını unutturmak için dans yaparken ondan uzak durmaya da dikkat eder. Zira bir anda yakalanmak tehlikesi vardır. Bazıları, çiftleşme öncesi dişi örümceğe bir böcek ikram ederek açlığını giderir. Bir tehlike kalmadığını anlayınca dişiye yaklaşır. Açlığını hatırlayan dişi, erkeği yemeyi düşündüğü için, erkekler çiftleşmeden sonra hemen kaçarlar. Genelde erkek, dişi aramaktan, sevgi dansından ve çiftleşmekten yorulduğu için dişi için çiftleşme sonrası en yakın protein kaynağı olarak görülür ve birçok örümcek kaçmaya fırsat bulamadan dişi örümceğe yem olur (Vikipedi).
Bu şu demektir: İnsanın varlık dünyasındaki en esaslı sorunu güvenliktir, Allah’tan başka kime dayanırsa dayansın sonunda uğrayacağı akibet örümceğin ördüğü evin ölüm tuzağına düşmektir. Ayetin erkek “ankeb“i değil de dişi “ankebut“u örnek vermesi, aile hayatının insan için ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Ancak asıl bize anlatılmak istenen şudur: Sahte ilahlar, kandıran liderler, kitleleri peşlerinden sürükleyen gurular, starlar takipçilerini tuzağa düşürürler. Allah’a iman, “emn ve emniyet“in esasıdır. Mü’minler sadece Allah’a itimat edip tevekkül eder, O’nu hakiki dost, yardımcı, koruyucu edinirler. Sorun şu ki, yaldızlı laflara, etkin propogandalara, bilimsel yollarla geliştirilmiş telkinlere, medyatik retoriklere kananlar bunun farkına varamıyor, her defasında sinek ve böcekler gibi örümceğin evine girmek isterlerken ölüm tuzağına düşüyorlar.
Tabii ki yüce Allah kimin kime tapındığını hakkıyla bilir. Güç ve kudret, izzet ve şeref O’nundur; hüküm ve hikmet sahibi O’dur. Kim izzet ve şeref sahibi olmak, varlığın anlam ve amacını doğru kavramak istiyorsa sadece Allah’ı kendine dost edinecektir.
Kur’an-ı Kerim’in bunca kıssayı ve meseli vermesinin sebebi insanların düşünmesini, doğru yolu bulmasını sağlamak içindir. “Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.“ Akıl ile ilim arasında kurulan ilişki dikkate değerdir. Tek başına aklın insanı hakikatin bilgisine ve doğruluğa götürmeyeceği açıktır. Zira akıl kapesitesi itibariyle sınırlıdır, çoğu zaman da nefsin istek ve tutkularının, insani zaafların derin etkisindedir. Aklın gereği gibi çalışmasını sağlayan ilimdir. Ancak alimler, yani vahy bilgisini dikkate alanlar akıl erdiriyorsa, bu aklın vahyin ışığında iş gördüğü takdirde varlık üzerindeki tefekkürden, inceleme ve araştırmalardan gerektiği gibi sonuçlar çıkarabileceğini göstermektedir. Bu perspektiften bakıldığında akıl sahibi insan, yüce Allah’ın gökleri ve yeri hak olarak yarattığını anlar. Varlık aleminde yaratılmış hiçbir mertebe, obje veya canlı sebepsiz, anlamdan ve amaçtan yoksun değildir. Varlık bir hayalden ibaret de değildir. Fizik evren haktır, gerçekliktir, herşeyin bir sebeb-i hikmeti vardır ki, insanın görevlerinden biri bu hikmeti anlamak ve hayatını bu doğrultuda kurmaktır (bkz. 6/En’am, 73).
Şeriati’nin kitaplarıyla ilgili not:
Geçen haftaki Ali Şeriati’yle ilgili yazdığım ilk yazıya okuyuculardan Kamil Uluer tashih edici bir not düşmüş. Uluer şu paragrafa atıfta bulunuyor: O dönemi yaşayan arkadaşlar bilir. Merhum Ali Şeriati’nin kitaplarını 1978’in Temmuz veya Ağustos ayında tercüme etmeye başladık. Benim başında olduğum Düşünce Yayınları’nda, “Medeniyet ve Modernizm” (Farsçası Temeddün ve Teceddüt), “Hac”, ”İslam ve Marksizm”, “İslam Sosyolojisi Üzerine”, “Kültür ve İdeoloji”, “Ne Yapmalı?” adlı kitapları yayınlandı.”
Kamil Uluer’in dediği şu:
“İslam ve Marksizm dediği kitabın adı İslam ve Diğer Batı Düşünceleri'dir. Ne Yapmalı ve Kültür ve İdeoloji isimli kitapları Düşünce, yani Bulaçlar yayınlamadı anımsadığım kadarıyla. Şeriati'nin kitaplarının yayınına 77 değil, 78 değil, 79'da başlandı, ilk İslam Sosyolojisi idi. Diğerleri 80'de geldi. Ali Bulaç'ın verdiği bazı bilgiler yanlış. 77'de Düşünce dergisinde İran'la ilgili tek bir haber veya yazı dahi yoktur. İran devrimini 78'den itibaren gündeme ilk alan haftalık Şura gazetesidir; sonra bu işi Tevhid, sonra da Hicret yapmıştır. Bulaç, Şeriati'nin yayınladıkları kitapları ve bazılarının isimlerini bile yanlış hatırlıyor. “
Kamil Uluer’in dedikleri doğru olabilir. Merhum Şeriati’nin ilk baskı kitapları Bağcılarda bulundukları depoyu su basması sonucunda 16 koli kitabımla berbare maalesef kullanılamaz hale geldi. Arkadaşlarımdan araştırıyorum, hafızam beni ne kadar yanıltmış. Bu yüzden Şariati’yle ilgili yazılarıma önümüzdeki haftadan itibaren devam edeceğim, inşallah.
Şu düzeltmeleri yapayım:
1) 1978 rakamı hataen yazılmış, 1979 olması lazım.
2) “Biz İran’da İslam Devrimi’ni Düşünce Dergisi’nde günü gününe takip ettik iddiasında bulunmadım”. Şura, Tevhid, Hicret ve başka mecralarda takip ediyorduk. Diğer mevkutelerde devrimi ne kadar yakından takip ettiğimizin yazılı belgesi Mehmet Kerim’in Düşünce Yayınları arasında çıkan “İran İslam Devrimi” kitabıdır.
3) Uluer’in “Ne Yapmalı ve Kültür ve İdeoloji isimli kitapları Düşünce, yani Bulaçlar yayınlamadı anımsadığım kadarıyla.“ cümlesi şahsımı ve o dönemde beraber olduğum değerli arkadaşlarımı istihfaf etmektedir. Hayatım boyunca arkadaşlarımın bir adım önüne geçmeyi düşünmedim. Bir yanlışı tashih etmek, insanları istihfaf etme hakkını kimseye vermemeli. Kimimiz 30 küsur önceki bir olayı yanlış veya eksik hatırlayabilir, kimimiz tam olarak “anımsar!” Bunda kötü niyet aranmaz, beşeri bir haldir.
4) Meseleyi pek yakından takip ettiği anlaşılan Kamil Uluer’in benim her üç haftalık dergide düzenli yazmadığımı, haftalık oturumlara katılmadığımı, yayın kurulunda yer almadığımı da iddia edip ispat ederse o zaman Alzheimer hastalığına yakalanmakta olduğuma hükmedeceğim. Hastalık da Allah’tan, şifa da O’ndan! Allah hepimize çeşitli hastalıklarımız için şifa versin.