“Zulüm üstüne zulüm, yıllardır alın yazım / Yüreğimde ağıtlar, elimde ağlar sazım / Yüreklerde nefret, kin, mümin öldürür mümin/ Ne dünya kaldı ne din gökte söndü yıldızım / Haçlılara gerek yok, içimizde ahmak çok / Ümmet buna müstahak, yüreğim sızım sızım ” diye inliyor şair hal-i pürmelalimizi dile getirmek için. Ne yazık ki yakın coğrafyamızda kan ve gözyaşı dinmiyor. Birkaç yıl içinde Irak ve Suriye'deki kadim kentlerimiz birer birer harabeye döndü. Ne uğruna? Bir hiç!..
Bilmem hatırlar mısınız, birkaç sene önce gazeteler, “Güney Osetya'da savaş” manşetleri ile çıkmıştı. Gürcistan'da yaşayan Osetler, bağımsızlık talebinde bulununca Gürcistan, bunu bölünme tehdidi olarak algılamış ve bölgeyi kuşatma altına almıştı. Rusya, her ne hikmetse(!) Osetlerin yanında savaşa girmiş, birkaç gün içinde birkaç bin insan, hayatını kaybetmişti.
Gürcistan'ın Rusya'ya direnemediğini söylememe gerek yok herhalde. Birkaç yıl önce yaşanan bu mini savaşın ayrıntılarını, merak edenlere bırakalım. Benim aklım Osetlere takıldı.
Güney Osetya deyince öyle büyük bir bölge sanmayın. Yüz binden az nüfusu var, yüz ölçümü de en küçük ilimizden daha küçük sanırım. Buna rağmen özerk, üstelik bir de bağımsızlık istiyor.
İşin daha da ilginci bir de Kuzey Osetya var. O da Rusya sınırları içerisinde ve özerk.
Benim anlamadığım(!) sınırları kimler, nasıl çiziyor? Madem Osetler diye bir kavim var, madem bu Osetlere bir de özerklik verilecek; üstelik Sovyet Rusya parçalanırken yeni sınırları kendileri belirliyor, neden Osetya'yı ikiye bölüp kuzeyini kendi topraklarında bırakıyor, güneyini ise yeni yetme Gürcistan'a veriyor.
Sanırım, birileri sınırları özellikle böyle çiziyor ki bu bölgelerde huzur, istikrar olmasın; kargaşalar, iç savaşlar sona ermesin. Mazlum coğrafyaların muztazaf insanları kan ve gözyaşlarında boğulurken bir avuç dünya müstekbiri, silah tüccarları, savaş lortları bu durumdan nemalansın.
Yüz sene önce emperyalist birkaç ülke tarafından kadim devletimiz Osmanlı da yirmi bilmem kaç parçaya bölünürken bu habis mantık kullanılmadı mı? Güney sınırımız çizilirken Müslüman Kürt kardeşlerimiz ne tamamen Türkiye hududunda bırakıldı, ne İran; ne de nevzuhur Irak ve Suriye hudutlarında.
Ve bugün bu dört ülkenin de kendilerince bir Kürt sorunları var. Ecnebinin kurduğu tuzağa düşmüş, bin yıllık din düşmanları varken bin yıldan fazladır birlikte yaşadıkları dindaşlarına düşman olmuş Türk, Kürt, Arap ve Farslar.
Bazen düşünmüyor değilim, neden yüce Allah bir tek Âdemden yüzlerce kavim yarattı diye. Biz insanlar, âdemoğulları, aynı kökten geldiğimizi, bir ağacın dalları olduğumuzu unutup koyu bir milliyetçilik ile bilmem kaçıncı göbek amca çocuklarımıza üstünlük taslamaya çalışıyoruz.
Biliyorum, Hucurat suresi on üçüncü ayet-i kerimede yüce Allah “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” buyurarak yanlış düşüncemi düzeltiyor. Ama biz insanlar, kendimizi düzeltiyor muyuz?
Keşke bazı filmlere konu olduğu gibi bir ruh göçüşmesi yaşansa da bir sabah uyandığımızda güzel memleketimin Türk halkı, kendilerini Kürt bedenlerinde Kürtçe konuşurken bulsa ve yine Kürt kardeşlerimiz de, Türk bedenlerinde gözlerini açsa… Bir süre bu böyle devam etse, birkaç gün yetmez, belki birkaç ay. Eminim, o zaman daha iyi anlarız birbirimizi.
Evet, ben de biliyorum, bu mümkün değil. O zaman çare? Empati, pek yapmaya alışkın olmadığımız empati…