Batı ve Doğu yakalarının farklı nedenlerden kaynaklanan endişelerine rağmen, süreç yürüyor. Ancak, kalıcı bir barışın gerçekleşmesi çok da kolay olmayacak. Bunun için kaçınılmazlardan birinin de ‘geçmişle yüzleşmek’ olduğu tartışma götürmez. Herhalde, yüzleşmenin en acılardan biri ‘Dersim Katliamı’dır (Tertele).
Katliam emri 4 Mayıs 1937’de ‘Tunceli Tenkil* Harekâtına Dair Bakanlar Kurulu Kararı/Gayet Gizlidir’ belgesiyle verilir. Kararda: “ Atatürk ’ün ve Mareşal (Fevzi Çakmak)’in huzurları ile tetkik ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır.
Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçizeken (Aşağı Bor), Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit ve müessir bir taarruz harekâtı ile varılacaktır.
Bu defa isyan etmiş mıntıkadaki halk toplanıp başka yerlere nakil olunacaktır. Şimdilik (2000) kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır.
Mülahaza (Düşünce): Sadece taarruz harekâtiyle ilerlemekle iktifa isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.”
Ekli iki nottan ilki hareketin 12 Mayıs’ta başlaması emrini içermekteyken ikincisi; “Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır”(!..) denilmektedir.
Hareket yaklaşık 2 yıl sürer. On binlerce Alevi Kürt çocuklarıyla birlikte öldürülür ve bir o kadarı da sürgün edilir.
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlerle ilgili maalesef daha çok sayıda pratiği var. ‘Koçgirî’, ‘Şeyh Said’, ‘Sason’, ‘Ağrı/Zilan’… bunlardan en çok bilinenleri. Ancak en çok bilinenlerde de gerçek olay ve rakamlar bilinmiyor. Pek çok yerde kayıtlara geçmeyen, kıyıda, saklıda olduğu için de en acımasız örnekler olarak yaşanan yerler de hafızalarda yer etmiş durumda. Bu konudaki anlatımlar son zamanlarda daha çok görünür hale geldi. Birini paylaşmak zorundayım.
Üç gün önce Almanya , Dortmunt’tan telefon eden aslen Muş Varto Baksan (Kaynarca) Köyü’nden olan Tahsin Özdemir isimli bir vatandaş, “Çığlığımızı duyurun!” ricasında bulundu. Dertliydi. Uzun uzun anlattı: 1925 yılının Ekim ayında… Şeyh Said hareketinin kanla bastırılmasından birkaç ay sonra, Dadine (Kaynarca) Köyü’nün Şeyh Said Efendi’ye yardım ettiği gerekçesiyle basılacağını önceden haber alan köyün erkekleri baskından kısa süre önce köyden çıkarlar. Şerafeddin Dağları’nın eteğinde bir derin vadide saklanırlar. Askerler köyü basar. Kadın ve çocuklara baskı yaparak erkeklerin saklandıkları yeri öğrenirler. Yanlarına iki çocuk ve bir de pişirdiği ekmekle birlikte bir kadını alarak vadiye giderler. Vadide, 100 kadar erkek saklanmaktadır. Komutan, teslim olmalarını, ifadeleri aldıktan sonra hepsinin serbest bırakılacağını söyler. Kendi aralarında tartışırlar. Çoğunluk “Devlete güven olmaz, teslim olmayalım!” der ve teslim olmaz. Hatta iki kardeşten biri İskan giderken, Teyfur kalır. Sonuçta 30 kişi devletin/komutanın/askerlerin sözüne güvenip birlikte gider. Askerler vadide kalan diğer 70 kişi için de çaba harcar ama vadiye zor kullanarak inemezler. Askerler yer göstermek üzere yanlarına aldıkları 2 çocukla vadidekilere ekmek götürmesine izin verdikleri kadını, yani Otuz Üç kişiyi Golyan mevkiinde kurşuna dizerler. İki çocuktan biri yaralı olarak Newala Diza denilen vadiye kaçıp kurtulur. Yıllar önce o da öldü.
Kadınlar ve çocuklar, yapabildikleri, ölen otuz iki canın giysileriyle birlikte, toplu mezara gömülmesi olur.
Orası 88 yıldır etrafı taş duvarla çevrili bir toplu mezar olarak duruyor. Köylülerimiz orayı şehitlik olarak kullanıyor. Her sene aynı mevsimde oraya gidilir, kurbanlar kesilir, dualar edilir. Sordum, “Peki, bugüne kadar toplu mezarı açtırmak için herhangi bir girişimde bulunmadınız mı? Mesela savcılığa hiç suç duyuru yaptınız mı” diye.
“Devlet korkunç katliamlar yaparak korkuyu egemen hale getirdi. Birçok insanımız bugün de korkuyor. Bu yüzden olayın üzerine gidilmiyor. Devletin elinde bütün bilgiler var. Arşivler açılmalı, bu insanların neden öldürüldüğü açıklanmalı ve soruşturma yapılmalı. Devletin özür dilemesi, bu yarayı sarması da lazım. Olayı Varto ve çevre köylerde bilmeyen yok. Golonya Şehitliği diye biliniyor. Amcam Hacı Kamile Biro da görgü tanığıydı. Ama o da artık hayatta değil. Olay nesilden nesile aktarılmış. Eşimin dedesi Memede Sefi de katledilenler arasında.
Toplu mezardakiler: Evdale Heydo, Ahmede Xello, İbrahime Alo, Xalite Alo, Mihamede Sefi, Omere Nado, Omere Ahme Telaş, Ahmede Şeweş, Mele Elmecit, Miheme Atik, Aliye Ehmed Efendi, Avdilla ye Mac, Omere Husen, Ali Çelik-Ehmede Puşenin Torunu, Xelile Aliye Sino, Sidike Mame Sino Huşen ve ismi öğrenilemeyen oğlu, Şex Hesene Şikko, Ahmed Jimala Haci Kamil, Usive Mae Çiyg, Belle Afe’nin kızı H. Xalite Mae’nin eşi, Mihemede Sare, Aliye Aco, Xelile Xello, Ömere Iskan, Ehmede Bire Serdin ve Salih Okaytekin’in dedesi.”
Doğrusu ‘toplu mezarın çevresinin duvarla örülmesi’ bile ciddi bir cesaret örneğidir. Nitekim benzer bazı katliamların yapıldığı yerlerde bu bile yapılamamıştır. Ancak Kürtler bazılarında, duruma seyirci kalmamak ve katliamın gerçekleştiği yerin, herhangi bir toprak parçası ile karışmasını önlemek için de inanılmaz bir yaratıcılık örneği sergilemişler. ‘Rûspî’ler; katliam yapılan yer kastedilerek “Oradan geçen herkes küçük bir çakıl taşını atıp yoluna devam etsin!” diye tenbihte bulunmuşlar. Yıllar sonra çakıllardan, küçük taşlardan taş yığını oluşmuş, uzun yıllar sonra da üzerine türbe yapılmış yerler var.
Bu yazı, Muş Varto Savcılığı’na yapılan bir suç duyurusudur. Bu suça ilişkin devlet arşivlerinin taranması ve gerçeğin ortaya çıkarılması çağrısıdır. Açılacak toplu mezardan çıkacak kemikler üzerinde DNA testi yapılması yakınlarının tespit edilmesi talebidir.
Bu yazı, ‘otuz iki kurşun’ katliamının üzerinden geçen 88 yıllık ‘korkuya, acıya, travmaya son verilmesi çağrısı/çığlığı’dır.
* Tenkil: Düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma.
SEDAT YURTDAŞ / Arşivi/radikal