Oyy..! Ana kurban. Ben yoluna kurban. Bu sensiz ilk kurban. İsmail gibi Allah'a kurban.
Ana..!
Sen üç gün bekledin balkonda Yasin'i. Şu an binlerce Yasin'in var. Çünkü Amed'e binlerce Yasin gelecek. Gelip diyecekler ki: “Ben Yasin Börü. Size kurban eti getirdim.” Ana sen onları Fikri Baba ile kütüğüne yaz. Bunların hepsi sana ana, Fikri Baba'ya baba demeye gelmişler. Hem sen Fikri Baba'ya de ki, fırında binlerce ekmek pişirsin. Çünkü bu bayramda binlerce Yasin'i misafir etmek kolay mı?
Aslında sana anlatacaklarım bir masumiyetin hikâyesidir. Belki sen Diyarbakır'da duydun ana..! Ama ben gördüm ve yaşadım.
Davanın ilk Yasinleri ekmeksiz, katıksız Rablerine kavuşma yarışı içindeydiler. Hepsi Yasin' in siması gibi temiz ve masumdular.
Hele bir Saidimiz vardı. O da Yasin gibi lise öğrencisi. Tertemiz siması aynı Yasin'e benziyordu. Senin Yasin'ine düşman olanlar ona da düşman olmuşlardı. Bir sokakta tuzağa düşmüştü Said. Ondan sonrası malum, şehadet.
Bir de Şerifimiz vardı, senin Yasin'in yaşlarında. Okul okuyamamıştı. Eğer okusaydı, şehit olduğunda lise öğrencisi olurdu. Babasına dükkânda yardım ediyordu. Yasin'in hafta sonu babasına yardım edişi gibi. Bir Newroz günü evlerini yakmak isteyenler, damlarına bir bidon benzin ile çıkmışlardı. Şerif onlara engel olmak isteyince varmıştı Rabbine.
Ana, aslında sana anlatacaklarım uzundur. Dedim ya bir davanın masumiyetini anlatacağım diye. Bu nazeninler toprağa düşerken, kimse masumiyetimize, mahrumiyetimize, mağduriyetimize, mazlumiyetimize inanmıyordu. Hatta bu ülkenin batısında yaşayan kardeşlerimiz dahi.
Karanlıkta haykırmaya çalıştığımız hakikatleri, çatılardan ne zaman haykıracağımızı bilmiyorduk. Ama o günü iple çekiyorduk. Demem o ki ana, hiç kimse sesimize ses olmuyordu.
Birileri çıkıp minareye, kulakları patlatırcasına anlatmalıydı Allah'a taraf olduğumuzu. Böyle zamanlarda Allah birilerini görevlendirir, yani vesile kılar. Bizler canhıraş bir şekilde meramımızı anlatmaya çalışır ama inandıramazdık muhatabımızı. Ta ki Amed'de Yasin diye bir bebek yeryüzüne teşrif edene dek. Annesi elinden tutup, Kur'an yoluna teslim edene, Aytaç hocanın dizinin yanına dizini koyana kadar.
Ana, işte O anlatacaktı tüm insanlığa, bu davanın paklığını.
Hem ben biraz daha anlatayım meramımı. Bizler sadece öldürülmemiştik Kürdistan'da. Gün geldi, 28 Şubat'ın soğuk zindanlarında, ter içinde kalacak kadar işkencelerden geçirildik. Vücudumuz dağlanıyor, elektrik akımına maruz kalıyorduk.
Ana, hem sen benim anamsın. Hani şu işkencelerden bahsederken mahrem şeyler anlatsam günah olmaz değil mi? Aynı anneme anlatıyormuşum gibi. Çırılçıplak soyarlardı bizi. Koltuk altlarımıza buz kütleleri koyar, öylece etlerimizin tepkisiz kalmasını beklerlerdi. Kusardık zindanın orta yerine. Üzerimizdeki tek giysi, göz bağımızdı. Her saat başı gelip demir kapıları açtıktan sonra bizden birini alırlardı. Geri getirdiklerinde yarı baygın olurduk.
Ama yine de kimseyi inandıramamıştık. Derdimizi dile getirecek bir Allah'ın kulu yoktu. Hem biz anlatsak bile 28 Şubat medyası sesimizi bastırırdı. PKK medyasıyla bir olup, herkesin gözünde bu masumları canavar haline getirmişlerdi.
Dedim ya birilerinin anlatması lazımdı bizi ana. Kurşunlanması, bıçaklanması balkonlardan atılması, boğazlarının kesilmesi, üzerlerinden arabayla geçilmesi pahasına da olsa, birileri haykırmalıydı davanın arı duru yüzünü. Temiz yüzlü, temiz kalpli, merhamet yüklü biri olmalıydı bu ana. Yasin gibi. Aynı abileri Turan, Riyad, Hasan ve Hüseyin gibi.
O masum yüzüyle bir davanın masumiyetinin sembolü oldu ana. Allah ona böyle bir görev biçmişti. Hem bu ne kadar büyük bir görevdi değil mi?
Ana, lütfen tekrar çık balkona. Göreceksin ki bu bayram binlerce Yasin ellerinde poşetlerle, sığındıkları evin buzdolabına bozulmasın diye koydukları kurban etlerini, dağıtsınlar diye yollara revan olmuşlar.
Ana, bu dava Yasin gibiydi. Davanın merhameti Yasin'in defterine yazdığı: “Merhamet, acımak, bağışlamak, şefkat göstermek, iyilikte bulunmaktır. Hz. Muhammed canlılara karşı şefkatli ve merhametliydi. Akrabalarını ve komşularını ziyaret eder, onlara şefkat gösterir, yetimi, düşkünü ve mazlumu gözetirdi. Hz. Muhammed hastaları ziyaret eder, köle ve fakirlerle oturur, onlarla yemek yerdi.” sözleri gibiydi.
Sen Yasin'i bu görevi tamamlasın diye doğurdun. Yasin gelip görevini tamamladıktan sonra Rabbine “ Lebbeyk” dedi. Sizler ne kadar erdemli anne ve babalarsınız böyle. Çünkü bizim onlarca yıldır anlatamadığımız masumiyetimizi, kanıyla anlatan Yasin gibi bir evlada sahipsiniz.
Böyle bir evlada sahip olmak, İbrahim'in İsmail'e sahip olması kadar kıymetlidir.
Ellerinden öpüyorum ana…Ellerinden.