Bölgemiz, tarihinin en kanlı ve kritik döneminden geçiyor. İslam âlemindeki acılar hâlâ artarak devam ediyor. Osmanlı'nın ortadan kaldırılmasından sonra patlayan olaylar hep olumsuz bir istikamette gelişti ve günümüzde şahit olduğumuz sınırlara ulaştı. Ümmet, sanki şirazesi kopmuş bir kitabın etrafa savrulan sayfaları gibi dağıldı ve birbirine karıştı.
Yaşanan bu acı sonuçlar elbette uzun bir ihmalin sonucuydu. Yüzyılların birikintisi ağır sorunların tazyiki altında kalan bünye ölümcül bir darbe ile yere yıkıldı. Yarı felç halde yerde sürünen bünyeye içeriden ve dışarıdan yapılan saldırı ve tecavüzlerle günümüze gelindi.
Şimdi başımıza gelenlerin bizi ne hallere koyduğunu anlamanın ve bundan kurtuluş yolu aramanın zamanıdır. Anlamak ile beraber yeniden diriliş hamleleriyle ayaklarımız üzerinde durma eylemini kuşanma vaktidir.
Baştan aşağı yıkılan bir yapıyı tekrar kurmak maharet gerektirdiği gibi, bunun bir sabır ve zaman ile beraber, uyumlu çalışma işi olduğunu da iyi anlamak gerekir. Böylesi bir çalışmanın adı ‘İttihad-ı İslam'dır.
Şu mevcut halimizi doğuran temel sebepler bellidir. Önce bu sebepleri tanımak, sonra da onları değiştirmenin yol ve yöntemini öğrenmek durumundayız. İlâhi yasada, sonuçların belli sebeplere bağlı olarak gerçekleştiği ve ‘mevcut sonuçların değişmesi için onu doğuran nedenlerin ortadan kalkması gerektiği' hakikatini asla unutmamak lazımdır. ‘ Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.' (Ra'd: 11)
Bu hakikat zaviyesinden yaşadığımız olayları tahlil ettiğimizde, önümüzü tıkayan, bizi yerlerde süründüren başlıca sebeplerin neler olduğunu daha açık ve net olarak görebiliriz. Tabii ki görmek olumlu ancak yeterli değildir. Doktorun hastalığı teşhisi çok önemlidir; fakat teşhisi hekîmane bir tedavi izlemezse, tek başına teşhisin bir değeri ve faydası olmaz.
İslam âleminin hastalığını teşhis eden doktorlar âlimlerdir elbette. Âlim, sadece kitap okuyan, dini bilgiler konusunda uzman kişi değil, içinde yaşadığı toplumu tanıyan ve onun sorunlarına çözümler üretebilen kişidir. Günümüzde bu özellikte olan kimselere ‘aydın alim' deniliyor. İtiraf etmek gerekir ki bu vasıfta alimlerimizin sayısı oldukça azdır.
Hastası için fedakarlıkta bulunan, onu yalnız bırakmayan doktor misali alimlere bu ümmetin çok ihtiyacı var. Hastasına kızan onunla ‘sevgi' ve ‘ilgi' odaklı bir iletişim kuramayan doktur ne kadar bilgi sahibi olsa da faydalı olamaz. Hele hastasıyla tartışan, acısıyla alay eden tipler bir faciadır. Ne yazık ki günümüzde bazı ‘hoca' etiketli medyatik zevat bu durumdadırlar. Yere yığılmış, kan kaybeden hastayı kurtarmak için çaba harcayacak yerde, hastayı duruşmaya çıkarılan suçlu gibi sorgulayan, muayene parası var mı, yok mu diye cebini karıştıran, ‘kendisi hasta' doktorların şerri hayrından çok oluyor maalesef...
İslam âleminin ilk ve en büyük hastalığı ‘cehalet'tir. Bu konuda farklı düşünecek birinin olduğunu sanmıyorum. Cehalet sadece bir bilgi yoksunluğu ya da okuma- yazma sorunu olarak anlaşılmamalı. Cehalet, bilginin yokluğundan ziyade, bilgi ile kurulan ilişkinin sakatlığıyla ilgilidir. Batı medeniyetinin temel sorunu bilgiye sakat bir anlayışla yaklaşımındadır. Dolayısıyla bu medeniyet cahilî bir medeniyettir. Bir ‘emanet' olan bilginin, sınır tanımayan ihtiraslar uğruna sorumsuzca kullanılması kadar koyu bir cehaleti insanlık daha önce hiç yaşamadı. Amacı dışında kullanılan her şey gibi bilginin de yanlış kullanımı bugünkü dehşet sonuçları doğurdu. İnsan yeryüzünün en tehlikeli yaratığı haline geldi. Üst kattaki komşusuna çıkamayan çağdaş insan, aya çıktı, uzaya seferler düzenliyor. Ama bu seferler ve zaferler(!) ona mutluluk getirmiyor; kalbindeki acıyı dindirmiyor, yarasına merhem olmuyor. Amacından saptırılmış bu bilgi, yanlış kullanılan ilaç gibi, mevcut ıstırapları daha da arttırmaktan başka bir iş görmüyor. İnsanlığın mutluluğu sorunu, bilgi ile değil; onu nasıl kullandığıyla alakalıdır. Bilgi ile ahlaki bir bağ inşa edememiş olan modern insan, onu kendisi ve yaşadığı dünya için en büyük tehlike haline getirmeyi becerdi. Ünlü mütefekkirimiz Cemil Meriç'in değimiyle ‘iki deli yeryüzünde hayatı silebilir.' Bilginin ilâhi bir ‘nimet' ve ‘emanet' olduğuna inanmayan bu cahilî anlayışın sahiplerini Kur'an, ‘kitap yüklü eşekler' diye tabir ve tasvir ediyor. Bilgiyi sırta yüklemek değil, asıl mesele bilgiyi kalbe akıtarak temizlemek, ‘âb-ı hayat' haline getirmektir. Aksi halde o bilgi insanı insan değil, hammal bir eşek yapar, kurtların onu yemesine de engel olamaz.
İslam aleminin içinde bulunduğu cehalet sorunu çok kapsamlı bir sorundur. Kendisini, özünü unutmuş, mazisinden kopmuş, kronik ağır bir cehalet. ‘Kendisi hasta doktorlardan derdine deva arayan çaresizlik cehaleti... Üzerinde yaşadığı hazineden habersiz bir sefilin cehaleti... Eczane yerine mezarlıkta ilaç arayan şaşkının cehaleti.
Bu enva-i türlü cehaletlerden kurtuluşun tek yolu, insanın kendi özüne, o özün de özü fıtrat dini ‘İslam'a dönüştedir ancak. Hz. Mevlâna bu hakikati şöyle ifade eder: ‘ Sen kendini dert sanmışsın, halbuki dermansın; sen kendini kilit sanmışsın halbuki anahtarsın.'