Özgecan'ın katil zanlıları yakalandı.
Peki ya azmettirici(ler)?
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim:
Azmettirici, sistemin bizatihi kendisidir.
Nasıl mı?
Hep beraber, hayatın yaşanmış şu iki kesitine göz atalım:
Birincisi;
Tarih: 2008-2010 yılları
Yer: Tarsus
Proje: Siyer ve Kur'an derslerinin verildiği dernekleri terör yuvasıymış gibi göstermek.
Proje sahibi: Sistem/Devlet/Devletle paralel hareket eden yapı(lar)
Uygulayıcılar:
1-Resmi kurumda çalışan bir psikolog.
2-Tarsus Müftülüğü'nce görevlendirilen bir din görevlisi/imam.
3-Tarsus Emniyet Müdürlüğü-Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevli bir polis.
Görev alanı: İlgili derneklere giden gençlerin evleri.
İnsani ve İslami faaliyetlerin yürütüldüğü derneklere yönelik olumsuz algı oluşturma, korkutma ve sindirme faaliyetleri kapsamında hizmet aşkıyla(!) yürütülen devlet görevi.
Bu üçlü ekip, neredeyse her akşam bir gencin evine giderek “Peygamber Sevdalısı” bu derneklerin ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğuna anne-babayı ve mümkünse gencin kendisini ikna etmeye çalışır.
Üçlü ekip, bir akşam Özgecan'ın katil zanlılarının sürdürdüğü gibi bir hayat sürdüren ancak yolu bu derneğin üyeleri ile kesiştiği için hayatı müspet yönde değişen bir gencin evine uğrar.
Tabi görev kutsal olduğu için “tebliğ”(!) ve “irşad”(!) faaliyetlerine hemen başlanır.
Özellikle dernekle ilgili söylenen sözler karşısında şok geçiren genç, şaşkınlığını üzerinden atar atmaz daha önce sık sık karşılaştığı polis memuruna şöyle hitap eder:
“Bak polis efendi! Sen beni tanımıyorsun ama ben seni iyi tanıyorum.
Ben ve birkaç arkadaşım batak bir hayatın içinde debelenirken devriye arabasıyla yanımızdan defalarca geçer, “bali, tiner” çektiğimizi gördüğünüz halde bize ilişmez ve “Ne var ne yok gençler? Kimseye karışmayın!” deyip yanımızdan uzaklaşırdınız.
Şimdi ise gittiğim dernekte Kur'an ve Peygamber Efendimiz'in(SAV) hayatını öğreniyorum.
Üstelik karaladığınız, iftira attığınız o insanlar, o kirli işleri bırakmama vesile oldular.
Şimdi kalkın ve derhal burayı terk edin! Sakın ola bir daha da uğramayın!”
Bu olaydan aşırı derecede etkilenen İmam Efendi'nin müftülük yetkililerine, “Beni görevden de atsanız bir daha asla böyle bir şeye tevessül etmem.” demesi üzerine olay deşifre olur.
İkincisi,
2000 yılının Şubat ayı.
Terör örgütü(!) soruşturması kapsamında gözaltına alınan genç bir öğretmen.
Sorguda sorulan ilk soru:
....ilindeki ....camiye neden gittin?
Gözaltına alınışının şaşkınlığını, soyunuk hale getirilmesini, gözlerinin bağlanması gibi travmaları henüz üzerinden atamayan öğretmen soru karşısında tuhaf olur.
Ne demek camiye neden gittin?
“Camiye neden gidilirse ondan” diyecek oldu ama soru biraz daha yüksek bir ses tonuyla başka biri tarafından sorulunca, tuhaflıklar silsilesinin verdiği anlamsızlıklardan olsa gerek, dilinden “Voleybol maçı için gitmiştim, ne için olacak?” ifadesi döküldü.
Voleybol maçı değil ama nezih bir üslup(!) eşliğinde sağlı sollu kroşelerin havada uçuştuğu bir boks maçının tam ortasına düşmüştü.
Şaka gibi ama gerçek bu.
Devlet, sistem ya da sistemle paralel hareket eden yapı ve uzantılar, önce camiye gitmeyi ardından da İslami derneklere gitmeyi “terör” eylemleri kapsamında değerlendirirken nitelikli dolandırıcı, gangster yetiştiren sistem bataklığını kutsadılar.
Sonuç malum.
Diyarbakır'da, Tarsus'ta, Konya'da... camilere giden gençler zindana atılınca meydan Yasin'lerin, Özgecan'ların bedenlerini yakan barbarlara, insan bozması canavarlara kaldı.
Bundan dolayı, taşları bağlayıp itleri sokaklara salan sistem, sanık sandalyesine oturtulması gereken esas suçludur.